Kur'an-ı Kerim'in kalbi: Yasin Suresi
ensonhaber.com

Kur'an-ı Kerim, tüm zamana ve tüm insanlığa hitap eden evrensel bir kitaptır. Dinini hakkıyla yaşamak isteyen bir mü'min, Kur'an-ı Kerim'i kendisine kılavuz edinmeli, Kur'an'ı hakkıyla öğrenmeli ve anlamıyla beraber okumalıdır. Anlamı bilinmeden okunan her şey eksik kalır...

Yasin Suresi, İslâm toplumlarında mühim bir yere sahiptir. “Kur’an’ın kalbi” olarak nitelenen "Yasin Suresi"nin okunmasında büyük faziletler ve faydalar bulunmaktadır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: "Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’ân’ın kalbi de Yâsin’dir. Kim Yâsin’i okursa, Allah onun okumasına, Kur’ân’ı on kere okumuş gibi sevap yazar." (Tirmizî)

Kur'an-ı Kerim'in kalbi olan, cenazelerde, hastalıklarda, sınavlarda, her türlü ihtiyaçta okunan Yasin Suresi'nin okunuşunu, Türkçe anlamını ve faziletlerini sizin için araştırdık...

Yasin Suresi okumanın faziletleri

Yasin-i Şerif Suresi'ni okumanın, dinlemenin fazileti hakkında peygamberimizin birçok hadisi vardır. Bazıları şu şekildedir:

"Yasin, Kur'an'ın kalbidir. Muhakkak o, bütün dertlere devadır."

"Geceleri Yasin'i okumak, sanki Kur'an'ı yedi defa hatmetmek gibidir."

"Yasin ne niyet için okunursa, o şey meydana gelir."

buyurmuşlardır.

"Allah Teala'nın rızası için geceleyin Yasin'i okuyan kimse affolunur."

"Sure-i Yasin'i ölmek üzere olan kimsenin üzerine okuyun."

"Sure-i Yasin ölümü yaklaşan hastanın yanında okunursa Allah Teala onun can vermesini hafifletir."

"Herhangi biri ölmek üzere bulunan kimsenin baş ucunda Sure-i Yasin okunursa Allah Teala ona(ruhunu teslim etmesinde ) kolaylık verir."

Peygamberimiz buyurdu:

"Üzerine Sure-i Yasin okunan mevtanın azabı hafifler."

"Her kim her Cuma günü annesinin,babasının veya bunlardan birinin kabrini ziyaret eder de baş ucunda Sure-i Yasin okursa okuduğu her harfi adedince onlar mağfiret edilir."

Kur'an-ı Kerim'in kalbi: Yasin Suresi

Yasin Suresi'nin Türkçe Anlamı

Mekke döneminde nâzil olmuştur. Adını ilk âyetinden almıştır. 83 âyettir. Yalnız 45. âyeti Medine döneminde inmiştir.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Yâ, Sîn.

2. Hikmet dolu Kur’an’a yemin ederim ki,

3. (Resûlüm!) Hiç şüphesiz sen, gönderilmiş (peygamber)lerdensin.

4. Dosdoğru bir yol üzerindesin.

5-6. (Bu Kur’an,) yegâne galip/yüce ve merhametli olan (Allah tarafın)dan, babaları (tevhid ile) uyarılmayan,[2] bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalan bir kavmi uyarman içindir.

7. Andolsun ki onların (inkârlarından dolayı) çoğunun üzerine (azap hakkındaki) o söz gerçekleşti. Artık onlar iman etmezler.

8. Biz, onların (şirk ve küfürde direnmelerinden dolayı) boyunlarına öyle bukağılar/demir halkalar geçirdik ki bunlar çenelerine kadar (dayanmış)tır; onun için başları (ve burunları) dikleşmiştir.

9. Onların hem önlerine bir set hem arkalarına bir set çektik, hem de onları kuşatıp sardık. Artık onlar (hakikati) göremezler.

10. Onları (azaba karşı) uyarsan da, uyarmasan da birdir; iman etmezler.

11. Sen ancak, zikre (Kur’an’a) uyan ve görmediği (halde) Rahmân (olan Allah)’dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte sen, onu mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele!

12. Hiç şüphesiz ölüleri biz; (sadece) biz diriltiriz! Önden gönderdikleri şeyleri ve (bıraktıkları iyi veya kötü bütün) eserleri yazarız. (Zaten biz) her şeyi apaçık bir kütük (ve tutanak olan Levh-i Mahfûz’)da say(ıp zaptet)mişizdir.

13. Onlara, bir zamanlar elçilerin geldiği o şehir[3] halkını misal getir:

14. O zaman, kendilerine iki elçi gönderdik de onları yalanladılar. Biz de bir üçüncü (elçi) ile (o elçileri) destekledik. (Onlar) da dediler ki: “Gerçekten biz, size gönderilmiş elçileriz.”

15. (O şehirliler:) “Siz de bizim gibi bir beşerden başkası değilsiniz. Hem Rahmân hiçbir şey indirmemiştir. Siz, sadece yalan söylüyorsunuz.” dediler.

16-17. (Elçiler) dediler ki: “Rabbimiz biliyor ki hakikaten biz, size gönderilmiş elçileriz. Üzerimizdeki (vazife), açıkça tebliğden başkası değildir.”

18. (O şehirliler:) “Doğrusu biz, sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık (kıtlık geldi). Eğer (bu davetten) vazgeçmezseniz, mutlaka sizi taşlayarak öldürürüz (recmederiz) ve (böylelikle) bizden size acıklı bir azap dokunur.” dediler.

19. (Onlar da:) “Uğursuzluğunuz kendi beraberinizde(ki küfürden)dir. Size öğüt verilince mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz)? Hayır! Siz (isyanda) haddi aşan bir kavimsiniz.” dediler.

20-21-22-23-24-25. O şehrin öbür ucundan (bunların geldiğini duyan imanlı) bir adam[4] koşarak geldi ve dedi ki: “Ey kavmim! Gönderilmiş (bu elçi)lere uyun. Sizden hiçbir ücret istemeyen (bu) kimselere uyun. Onlar doğru yola erişmişlerdir. Ben, niçin beni yaratana kulluk etmeyeyim? Oysa ancak O’na döndürüleceksiniz. Ben, O’ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer çok esirgeyen (Allah) bana bir zarar vermek dilerse, onların (o putların) şefaati bana hiçbir fayda vermez ve beni kurtaramazlar. Şüphesiz (böyle yaparsam o zaman) ben, apaçık bir şaşkınlık ve ziyan içinde olurum.[5] (Ey elçiler!) Ben sizin Rabbinize iman ettim, beni duyun (ve şâhit olun).”[6]

26-27. (Şehirliler tarafından taşlanılan o kimseye ölümü sırasında:) “Gir cennete.” denildi. (O da:) “Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığı(nı) ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi (bu durumda elbette iman ederlerdi)!” dedi.[7]

28. O(nun şehit edilmesi)nden sonra, kavminin üzerine (helaki için) gökten bir ordu indirmedik, indirecek de değildik.

29. (Onların helaki Cebrail’e ait) bir çığlıktan başkası olmadı, hemen sönü(p gidi)verdiler.

30. Ne yazık şu kullara! Kendilerine bir peygamber gelmeye görsün, onunla mutlaka alay ederlerdi.

31. Görmediler mi, onlardan önce nice nesilleri helak ettik. Artık bunlar bir daha kendilerine dönmezler?

32. (Onların) hepsi de, toplanıp huzurumuza getirileceklerdir.

33. Ölü toprak, onlar için bir ibret (kudretimize bir delil)dir. Biz onu dirilttik, ondan taneler çıkardık; işte ondan yemektedirler.

34-35. Orada hurmalıklardan ve üzüm bağlarından nice bahçeler var ettik; (onların) içlerinden de pınarlar fışkırttık. Bunları, mahsulden ve ellerinin yaptıklarından yesinler diye yaptık. Hâlâ şükretmezler mi? [bk. 16/11; 23/19]

36. Yerin bitirdiği her şeyden, (insanların) kendilerinden ve daha bilemeyecekleri nice şeylerden çift çift yaratan (Allah’)ın şânı pek yücedir.

37. Gece de onlar için bir ibret (ve kudretimize bir delil)dir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çıkarırız. Bir de (bakarsın ki) onlar karanlığa girmişlerdir.

38. Güneş de (bir delildir ki) kendi karargâhında (mihveri etrafında muntazam olarak) cereyan etmekte (dönerek gitmekte)dir. Bu mutlak galip, hakkıyla bilen (Allah’)ın takdiridir. [bk. 7/54; 13/2]

39. Aya gelince; biz ona (dünyanın etrafında günlük devri ve seyri için) birtakım menziller[8] tayin ettik ki (her aylık devrinin) sonunda o, (kurumuş) eski hurma salkımının eğri çöpüne döner (son ve ilk hilâl şeklini alır).

40. Ne güneş aya erişir (geceyi önler) ne de gece gündüzü geçer (zamansız gelir). (Güneş, ay, dünya ve yıldızların) hepsi de bir felekte (bir yörüngede) yüzmektedirler.

41. Onların (doğup çoğalarak) nesillerini de (Nuh’a ait) o dopdolu gemide taşımamız, onlar için bir ibret (delil)dir.

42. Yine onlar için bunun gibi binecekleri (nice) şeyler yarattık.

43. Eğer dilesek, onları (denizde batırıp) boğarız. Bu takdirde kendilerinin feryadını duyacak (kurtarıcı) bulunmaz, (onlar) kurtarılmazlar da.

44. Tarafımızdan bir rahmet ve bir zamana kadar yaşatma olmadıkça (hayatta kalamazlar).

45. Onlara: “Önünüzdeki (dünya)[9] ve arkanızdaki (âhiret azabı)ndan sakının, belki acın(ıp esirgen)irsiniz.” denildiği zaman (yüz çevirirler).

46. Kendilerine Rablerinin âyetlerinden herhangi bir âyet (ve mucize) gelmeye görsün, mutlaka ondan yüz çevirmişlerdi.

47. Onlara: “Allah’ın size rızık olarak verdiği şeylerden (Allah rızası için fakirlere) harcayın.” denildiği zaman küfre sapanlar, inananlara: “Allah’ın dilediği takdirde yedireceği kimseye biz mi yedirecekmişiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık üzeresiniz.” dediler.

48. “(Haydi!) eğer doğru (söyleyen)lerden iseniz bu tehdit (ettiğiniz gün) ne zaman?” derler.

49. Onlar ancak, çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak bir tek korkunç sesi (ilk Sûr’a üfürülüşü)[10] beklerler.

50. (O zaman) artık bir vasiyette bulunamazlar, ailelerine de dönemezler.

51. (Nihayet dirilmek için ikinci defa) Sûr’a üfürülmüştür. Bir de (bakarsın ki) onlar, kabirlerden (kalkarak) Rablerine koşup giderler.

52. Derler ki: “Vay başımıza gelene! Uyuduğumuz yerden bizi kim uyandırıp kaldırdı? (Demek ki) bu, Rahmân’ın vaadettiği şeydir. (Meğer) gönderilen (peygamber)ler doğru söylemiş!” [bk. 2/166-167; 7/53]

53. (İsrafil tarafından Sûr’a üfürülüş) yalnız korkunç bir sesten başka bir şey değildir. Bunun üzerine onların hepsi (derhal) huzurumuza getirilirler.

54. Artık o gün (âhirette), kimse, hiçbir şekilde haksızlığa uğratılmaz. Siz de ancak yapmış olduklarınızın karşılığını alırsınız.

55. Doğrusu cennet ehli o gün, güzel bir meşguliyet (nimet ve saadet) içinde zevklenmektedirler.

56. Onlar ve eşleri, gölgelerde koltuklara (kurulup) yaslanmışlardır.

57. Onlar için, orada taze meyve(ler) ve istedikleri her şey vardır.

58. Çok merhametli olan Rabbin katından (onlara) söylenen söz “selâm”dır. [krş. 10/10; 33/44]

59-60-61. Ey günahkârlar! Bugün (bir tarafa) ayrılın! Ey Âdemoğulları! Ben size: “Şeytana kulluk etmeyin/tapmayın, çünkü o, sizin apaçık düşmanınızdır. Bana kulluk edin, işte doğru yol budur.” diye bildir(ip emret)medim mi?

(Çünkü şeytan, Allah’a teslim olmayan veya olamayan insanları tıpkı kendisi gibi Allah’a isyan ettirir (2/34). Haramları hoş gösterir (7/16-17). Allah’a değil kendisine itaate (tapmaya) çağırır. Kendisine uyanlardan/tapanlardan kimi şeytanlaşır ve tâğûtlaşır, kimi kâfir ve münâfık, kimi de günahkâr olur. Çünkü insan Allah’ın emirlerini arkaya attığı zaman ya şeytana ya da hevâsına (arzu ve isteklerine) tapmış olur (25/43; 45/23). O’nun emirlerini “tarihseldir, yöreseldir vs.” diyerek değersiz ve geçersiz sayarsa küfre batmış olur. Şeytan, Allah’ın uyarısının (6/116) aksine olarak “çoğunluğa uymalı” diye sapmış insanların yolunu doğru gösterir, haramları alkışlattırır. Şeytan ve ona tapanların biricik düşmanı ise Allah’ın emirlerine teslim olanlardır. Öncelikli mücadelesi de yine onlarladır. (bk. 2/168-169 ve açıklaması). İşte yüce Allah, insanları böylece uyarmaktadır.)

62-63-64. Andolsun ki o (şeytan), sizden birçok nesli saptırmıştı. (Siz bunu) hiç düşünmüyor muydunuz? “İşte bu, tehdit edildiğiniz cehennemdir. Küfre/inkâra, saptığınızdan dolayı bugün girin oraya!”(denilecek). [bk. 2/168-169; 7/10-18]

65. O gün onların ağızlarını (kapatır) mühürleriz; yaptıkları şeyleri elleri bize söyler, ayakları da şâhitlik eder. [bk. 24/24; 41/20-22]

66. Eğer dilesek, (inkârcıların) gözlerini silip yok ederdik de yolda koşuşup dökülürlerdi; artık (yolu) nasıl[11] göreceklerdi? (Fakat inkârcılara mühlet verilmektedir.)

67. Yine dilesek, onların yüzlerini (isyankâr) oldukları yerde çirkin bir şekle çevirip (öylece) dondururduk da artık ne ileri geçip gidebilir ne de geri dönüp gelebilirlerdi.

68. Kime uzun ömür veriyorsak, onun yaratılışını baş aşağı ediyor (ihtiyarlığa getiriyor, gücünü azaltıyor)uz. (Buna da) hâlâ akıl erdiremiyorlar mı?

69. Biz O’na (Peygamber’e) şiir öğretmedik. (Bu) ona yakışmaz da. O(nun getirdiği) bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dan başkası değildir.

70. (Bu da kalbi ve ruhu) diri olan kimseler uyarılsın ve kâfirlere/inkâr edenlere (Allah’ın azap) sözü hak (gerçekleşmiş) olsun diyedir.

71. Bizim, kudretimizle meydana getirdiklerimiz arasından onlar için (deve, sığır, koyun cinsi) hayvanlar yarattığımızı hâlâ görmediler mi? Şimdi (böylece) kendileri de onlara sahip bulunmaktadırlar.

72. Onları, kendilerine boyun eğdirip emirlerine verdik. Onlardan bir kısmını binek edinirler, bir kısmını da yiyorlar.

73. Kendileri için onlarda daha nice faydalar ve içecek(leri süt)ler vardır. Hâlâ şükretmezler mi?

74. (Bunca nimetlere rağmen) onlar, kendilerine yardım edilir ümidiyle Allah’tan başka (çeşitli) ilâhlar edindiler.

(Böylece Allah’ı bırakıp onlara tapınıp sığındılar, onlarla övünüp yücelik tasladılar.)

75. Oysa (o putların), onlara yardıma gücü yetmez. (Aksine) kendileri, onların (bakımı ve korunması için) hazır askerleri durumundadır.[12]

76. (Resûlüm!) Onların sözü seni üzmesin. Şüphesiz biz onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da biliriz.

77. İnsan, bizim kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmedi mi ki şimdi o (küçük aklıyla bize) apaçık hasım kesildi. [krş. 16/4]

78. (O,) kendi yaratılışını unutarak bize misal getir(meye kalkış)tı: “Şu kemikleri, hem de çürümüşken, kim diriltecek?” dedi. [krş. 17/49-52; 79/10-12]

79. (Resûlüm!) De ki: “Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilendir.”

(Buna imanımız kesin olmakla beraber bunun misalini tabiatta da açıkça görmekteyiz ki toprağa giren tane başak, tohum ağaç olma, rahme düşen sperm de insan olma yolundadır. İşte böylece toprağın altındaki çürümüş gözüken insan da ebedî âlemde, ilk yaratan tarafından, tekrar var edilecektir.)

80. Size yeşil ağaçtan ateş çıkaran O’dur. Şimdi siz ondan (çakıp) ateş yakıyorsunuz (düşünebiliyor musunuz)?

(Çöl Arapları’nca bilinen Merh ve Afar denilen iki ağaç vardır ki yemyeşil suları akarken bunlardan Merh’i Afar’a çakmak taşı gibi sürtünce ateş çıkarır. Yine kuru topraktan yeşil ağacı, yeşil ağaçtan da yanınca kızıl ateşi çıkaran O’dur. Böylece yüce Allah yaktığımız ateşin oksijenden, oksijeninin de yeşil ağaçtan olduğunu altıncı asırdan haber vermiştir. Aynı zamanda bu yeşil ağaçtan ve bitkilerden aldığımız oksijenle, besinlerden aldığımız karbonun vücudumuzda yanmasıyla da enerji sağlamaktayız.)

81. Gökleri ve yeri yaratan (Allah), onlar gibisini yaratmaya (âhirette diriltmeye) kâdir değil midir? Elbette (kâdirdir). O (her şeyi) yaratan ve bilendir. [krş. 17/99; 40/57]

82. Bir şeyi dilediği zaman, O’nun buyruğu sadece “ol” demektir. O da hemen oluverir. [krş. 16/40; 54/50]

83. O halde, her şeyin mülkü ve hükümranlığı kendi (kudret) elinde bulunan (Allah’)ın şânı çok yücedir. Siz ancak O’na döndürüleceksiniz.

(Selim akıl sahipleri bunu düşünür ve dünyada Rabbinin emrine göre yaşar.)

[1] Hadîs-i şerîfte bu sûrenin, Kur’ân-ı Kerîm’in kalbi olduğu bildirilmiştir. Yâsîn’in gerçek anlamını Allah bilir. Bazı bilginlere göre, “Ey insan!” Bazı bilginlere göre de, “Yâ seyyid” anlamındadır (Münâvî, II, 513). Hadîs-i şerîfte buyurulmuştur ki: “Bir kimse Allah’ın rızasını ve âhiret yurdunu dileyerek Yâsîn sûresini okursa, mağfiret olunur. Onu ölülerinize okuyunuz.”

[2] Bu uyarılmama, aslında asırlarca peygambere ulaşamama bakımından olduğu gibi, tevhid tebliğinin yasak edilmesiyle de olabilir. Çünkü Arap müşrikleri tevhide karşı çıkıyorlar, Kelime-i tevhîdi söyleyenlere, müşrik/putçu düzene karşı olduğunu söylüyorlar, Allah ve Resûlü’ne bağlılığını bildirenlere işkence ediyorlardı.

[3] Bu şehrin Antakya, elçilerin Hz. İsa’nın havârileri, muhatapların Roma imparatorluğunun hâkimiyeti altındakiler olduğu söylenmiştir.

[4] Habîbü’n-Neccâr olduğu rivayet edilir.

[5] Bu tavsiye üzerine kavmi, “Vay, sen de mi onların dinindensin?” diyerek karşı çıktılar.

[6] İbni Cerîr et-Taberî, konuşmada “Ey elçiler!” diye elçilere hitap etmenin mâna bakımından daha açık olduğunu söylemiştir (İbni Kesîr (Sâbûnî), III, 159).

[7] Öyle ölenler vardır ki yakınları ağlayıp üzülürken o kendisine ikram edilen nimetlerle sevinir.

[8] Menziller, ayın dünyanın etrafında kendi yörüngesinde, bir ay içinde dönerken katettiği 28 uğrak yeridir. Yine ay, dünya ile birlikte güneşin etrafında dönerken, her biri yıldızlar topluluğundan oluşan 12 burç (25/61) kat etmektedir. Bu 10/5; 15/16; 36/38-40. âyetler astronomi ilminin anahtarını teşkil etmektedir. [bk. 55/17 ve dipnotu]

[9] Celâleyn.

[10] İbni Kesir (Sâbûni), III, 165.

[11] Celâleyn.

[12] İslâm öncesi Kâbe’de, müşrik Araplar’dan her kabilenin bir putu vardı. İslâm’ın hâkim olmasıyla bu putlar yıkıldı. Fakat asırlar sonra, müslüman oldukları halde, birçoklarının kalplerinde, Allah yerine sevip bağlandıkları çağdaş putlar yer aldı. [bk. 2/165]

Kur'an-ı Kerim'in kalbi: Yasin Suresi

Yasin Suresi'nin Türkçe okunuşu

Kur'an-ı Kerim'i Türkçesinden değil de Arapçasından okumak daha uygun ve daha faziletlidir. Her mümin Kuran-ı Kerim okumayı öğrenmelidir. Bilmeyenler için Türkçesinden okunuş hali şu şekildedir:

Bismillahirrahmanirrahim

Yâsîn.

Vel Kur'ân-il hakîm.

İnneke leminel mürselîn.

Alâ sırâtın müstakîm.

Tenzîlel azîzirrahîm.

Litünzira kavmen mâ ünzire âbâühüm fehüm ğâfilûn.

Lekad hakkaIkavIü alâ ekserihim fehüm lâ yü'minûn.

İnnâ ceaInâ fî a'nâkihim agIâIen fehiye ilel ezkâni fehüm mukmehûn.

Ve ceaInâ min beyni eydîhim sedden ve min h'eIfihim sedden feağşeynâhüm

fehüm lâ yübsirûn

Ve sevâün aleyhim eenzertehüm em lem tünzirhüm lâ yü'minûn

İnnemâ tünzirü menittebezzikra ve haşiyerrahmâne bilğaybi febeşşirhü

bimağfiretiv ve ecrin kerîm

İnnâ nahnü nuhyil mevtâ ve nektübü mâ kaddemû ve âsârehüm ve külle şey'in ahsaynâhü fî imâmin mübîn

Vadrib lehüm meseIen ashâbel karyeh. İz câehel mürselûn

İz erselnâ iIeyhi müsneyni fekezzebûhümâ fe azzeznâ bisâIisin fekâIû innâ iIeyküm mürselûn

Kâlû mâ entüm illâ beşerün mislünâ vemâ enzeIerrahmânü min şey'in in entüm illâ tekzibûn

Kâlû rabbünâ ya'lemü innâ iIeyküm lemürselûn

Vemâ aIeynâ illel belâgul mübîn

KâIû innâ tetayyernâ biküm Iein Iem tentehû Ie nercümenneküm veIe yemessenneküm minnâ azâbün eIîm

KâIû tâirüküm meaküm ein zûkkirtum beI entüm kavmün müsrifûn

Vecâe min aksaImedineti racüIün yes'â kâIe yâ kavmittebiuI mürseIîn

İttebiû men Iâ yeseIüküm ecran ve hüm muhtedûn

Vemâ Iiye Iâ a'büdüIIezî fetarenî ve iIeyhi türceûn

Eettehizü min dûnihî âIiheten in yüridnirrahmânü bi-durrin Iâ tuğni annî

şefâatühüm şey'en veIâ yünkizûn

İnnî izen Iefî daIâIin mübîn

İnnî âmentü birabbiküm fesmeûn

KîIedhuIiI cenneh, kâIe yâIeyte kavmî yâ'Iemûn

Bimâ gafereIî rabbî ve ceaIenî mineI mükremîn

Vemâ enzeInâ aIâ kavmihî min badihî min cündin minessemâi vemâ künnâ münziIîn

İn kânet iIIâ sayhaten vâhideten feizâhüm hâmidûn

Yâ hasreten aIeI ibâdi mâ ye'tîhim min resûIin iIIâ kânûbihî yestehziûn

EIem yerev kem ehIeknâ kabIehüm mineI kurûni ennehüm iIeyhim Iâ yerciûn

Ve in küIIün Iemmâ cemî'un Iedeynâ muhdarûn

Ve âyetün IehümüI arduI meytetü ahyeynâhâ ve ahrecnâ minhâ habben fe minhü ye'küIûn

Ve ceaInâ fîhâ cennâtin min nahîIiv ve a'nâb ve feccernâ fîha mineI uyûn

Liye'küIû min semerihî vemâ amiIethü eydîhim efeIâ yeşkürûn

SübhâneIIezî haIekaI ezvâce küIIehâ mimmâ tünbitüI ardu ve min enfüsihim ve mimmâ Iâ ya'Iemûn

Ve âyetün IehümüIIeyü nesIehu minhünnehâre fe izâhüm muzIimûn

Veşşemsü tecrî Iimüstekarrin Iehâ zâIike takdîruI azîziI aIîm

VeIkamere kaddernâhü menâziIe hattâ âdekeI urcûniI kadîm

Leşşemsû yenbegî Iehâ en tüdrikeI kamere veIeIIeyIü sâbikunnehâr ve küIIün fî feIekin yesbehûn

Ve âyetüI Iehüm ennâ hameInâ zürriyyetehüm fiI füIkiI meşhûn

Ve haIâknâ Iehüm min misIihî mâ yarkebûn

Ve in neşe' nugrıkhüm feIâ sarîha Iehüm veIâhüm yünkazûn

İllâ rahmeten minnâ ve metâan iIâ hîn

Ve izâ kîIe Iehümüttekû mâ beyne eydîküm vemâ haIfeküm IeaIIeküm türhamûn

Vemâ te'tîhim min âyetin min âyâti rabbihim iIIâ kânû anhâ mu'ridîn

Ve-iżâ kîle lehum enfikû mimmâ razekakumullâhu kâle-lleżîne keferû lilleżîne âmenû enut’imu men lev yeşâullâhu et’amehu in entum illâ fî dalâlin mubîn

Ve yekûIûne metâ hâzeI va'dü in küntüm sâdikîn

Mâ yenzurûne iIIâ sayhaten vâhideten te'huzühüm vehüm yehissimûn

FeIâ yestetîûne tavsıyeten veIâ iIâ ehIihim yerciûn

Ve nüfiha fîssûri feizâhüm mineI ecdâsi iIâ rabbihim yensiIûn

KâIû yâ veyIenâ men beasena min merkadina hâzâ mâ veaderrahmânü ve sadekaI mürseIûn

İn kânet iIIâ sayhaten vâhideten feizâ hüm cemî'un Iedeynâ muhdarûn

Felyevme lâ tuzlemu nefsun şey'en velâ tuczevne illâ mâ kuntum ta’melûn(e)

İnne ashâbeI cennetiI yevme fîşüğuIin fâkihûn

Hüm ve ezvâcühüm fî zıIâIin aIeI erâiki müttekiûn

Lehüm fîhâ fâkihetün ve Iehüm mâ yeddeûn

SeIâmün kavIen min rabbin rahîm

VemtâzüI yevme eyyüheI mücrimûn

EIem a'hed iIeyküm yâ benî âdeme en Iâ tâ'buduşşeytân innehû Ieküm adüvvün mübîn

Ve enî'budûnî, hâzâ sırâtun müstekîm

Ve Iekad edaIIe minküm cibiIIen kesîran efeIem tekûnû ta'kıIûn

Hâzihî cehennemüIIetî küntüm tûadûn

lsIevheI yevme bimâ küntüm tekfürûn

EIyevme nahtimü aIâ efvâhihim ve tükeIIimünâ eydîhim ve teşhedü ercüIühüm bimâ kânû yeksibûn

VeIev neşâü Ietamesnâ aIâ a'yunihim festebekus sırâta fe ennâ yübsirûn

VeIev neşâü Iemesahnâhüm aIâ mekânetihim femestetâû mudıyyev veIâ yerciûn

Ve men nüammirhü nünekkishü fiIhaIkı, efeIâ ya'kiIûn

Ve mâ aIIemnâhüşşi'ra vemâ yenbegî Ieh in hüve iIIâ zikrün ve kur'ânün mübîn

Liyünzira men kâne hayyen ve yehıkkaI kavIü aIeI kâfirîn

EveIem yerav ennâ haIaknâ Iehüm mimmâ amiIet eydîna en âmen fehüm Iehâ mâIikûn

Ve zeIIeInâhâ Iehüm feminhâ rekûbühüm ve minhâ ye'küIûn

Ve Iehüm fîhâ menâfiu ve meşâribü efeIâ yeşkürûn

Vettehazû min dûniIIâhi âIiheten IeaIIehüm yünsarûn

Lâ yestetîûne nasrahüm ve hüm Iehüm cündün muhdarûn

FeIâ yahzünke kavIühüm. İnnâ na'Iemü mâ yüsirrûne vemâ yu'Iinûn

EveIem yeraI insânü ennâ haIaknâhü min nutfetin feizâ hüve hasîmün mübîn

Ve darebe Ienâ meseIen ve nesiye haIkah kaIe men yuhyiI izâme ve hiye ramîm

KuI yuhyiheIIezî enşeehâ evveIe merrah ve hüve biküIIi haIkın aIîm

EIIezî ceaIe Ieküm mineşşeceriI ahdari nâren feizâ entüm minhü tûkidûn

EveIeyseIIezî haIakassemâvati veI arda bikâdirin aIâ ey yahIüka misIehüm, beIâ ve hüveI haIIâkuI aIîm

İnnema emrühû izâ erâde şey'en en yekûIe Iehû kün, feyekûn

FesübhaneIIezî biyedihî meIekûtü küIIi şey'in ve iIeyhi türceûn.