Vakanüvis Hammurabi'yi yazdı
Özel İçerik

Vakanüvis

Hammurabi Kanunları'yla ilgili en yaygın olumlama ezberi ise “dünya tarihinin ilk yazılı kanunları” oluşu, buna bağlı olarak da “medeniyet”in önemli bir parçası sayılması. Peki, gerçekten de öyle mi?

HAMMURABİ, GEREĞİNDEN FAZLA “ADİLİM” DİYORDU

Babil Kralı Hammurabi, devrin pekçok krallığında olduğu gibi putperest bir toplumun başındaydı. Ülkeyi, “yarı tanrı”, “tanrı kral” formülasyonuyla yöneten Hammurabi’nin Babili, eşitsizliğin,  adaletsizliğin had safhada olduğu bir ülkeydi.  Adaletsizliğin dip yaptığı bu ülkede de yönetim, ısrarla “fevkalade adil olduğu” algısını yayıyordu.  Bunlar, uygulanan yasalar değil, Hammurabi'yi “adil ve dürüst bir yönetici” olarak göstermeye çalışan siyasi propaganda materyalleriydi. Kendisini, “Zayıfların ve öksüzlerin koruyucusu, tanrı adına ülkeyi yöneten, adil ve insancıl hükümdar” olarak tanıtan Hammurabi, kanunlarıyla neler yapıp edeceğini ise şöyle anlatıyordu: “Marduk'un bana verdiği kudret ile yukarıda ve aşağıdaki düşmanı söküp attım. Memleketin iyiliğini sağladım. Ben, asası doğru olan iyiliksever çobanım, onları sağlık içinde idare ettim. Kuvvetlinin zayıfı ezmemesi, öksüzün, yetimin (haklarının) adaletle yönetilmesi, memleketin kanununu yürütmek, nizamı düzenlemek, ezilenlerin hakkını aramak için kıymetli sözlerimi yazdım.”

Hammurabi, kanunlarından en beğendiği 281’inin 2,5 metrelik bir taş sütuna kazınmasını istedi.  Bu sütun şehrin en görünür yerine dikildi. Kanunların bazısı, sonrasında dünya tarihinde deyiş olarak yer almıştı. Mesela, “göze göz, dişe diş” deyimi, 196 sayılı “Eğer bir adam diğer bir adamın gözünü çıkartırsa gözü çıkartılır” ile 200 sayılı “Eğer bir adam diğer bir adamın dişini sökerse dişi sökülür” hükümlerinden çıkmıştı.

GARİBANLARA FARKLI İŞLEYEN BİR ADALET

Batroom Readers’ Hysterical Institute ekibinin kaleme aldığı “Tarihin Cilveleri” isimli kitapta, Hammurabi Kanunları’nın toplumda eşitliği sağlamadığı, “Suç ve cezaların sosyal statüyle doğrudan ilişkisi vardı. Sosyal merdivenin ne kadar yukarılarındaysanız cezanız da o kadar hafif oluyordu” satırlarıyla anlatılır. Mesela hayvan hırsızlığı çok tipikti. Bir keçi, eğer bir tapınaktan çalındıysa, yani “bir tanrıya aitse” hırsız, tapınağa keçinin değerinin 30 katını ödemek zorundaydı. Eğer, keçi “özgür bir insan”a aitse o zaman hırsız, keçinin değerinin sadece 10 katını ödemekle mükellefti. Keçinin sahibi fakirse, hırsız sadece keçiye karşılık bir keçi verirdi. Hırsız zenginse tazminatı ödüyor, fakirse gücü bu tazminatı ödemeye yetmiyorsa o zaman bu suçun cezasını canıyla öderdi.

Vakanüvis Hammurabi'yi yazdı

Kağıt üzerinde “diş kıranın dişi kırılacaktı” ama eğer bu suç daha alt tabakadan bir insana karşı işlenirse, o zaman üst tabadakinin dişi kırılmıyor, para cezasıyla yetiniliyordu. Yine eğer hamile bir köle öldürülürse, bunun cezası para cezasıydı, öldürülen eğer özgür bir hamile kadınsa bu defa katilin bir çocuğu öldürülüyordu. Bir köle, efendisine sözle bir saygısızlıkta bulunursa kölenin kulağı kesilirdi. Tabii ki, kölenin böyle bir hakkı yoktu, efendisi ona istediği gibi hakaret edebilirdi.

Vakanüvis Hammurabi'yi yazdı

SANIĞI SUYA ATALIM; MASUMSA YÜZER, DEĞİLSE BOĞULUR

Babil hakimleri (rahipler), soruşturmalarla, kovuşturmalarla fazla vakit kaybetmeyi pek sevmiyorlardı. Önlerine karmaşık bir dava geldiyse ya da sanığı suçlamak için elde yeterince delil yoksa “suyun adaleti”ne başvururlardı. Bu yöntemde, sanık nehre atılırdı; eğer boğulmadan suyun üzerinde kalabilirse suçsuzluğuna hükmedilirdi. Tabii, kimse sanığın yüzme bilip bilmediğiyle ilgilenmiyordu. Unutmadan, Batı dünyasının en yaygın batıl itikatlarından birisi olan “13’ün uğursuzluğu”nun kökeni de Babil’e dayanıyordu. Hammurrabi, 13 sayılı kanunu yazmasına yazmış ama sütuna kazılmasını istememişti.

Vakanüvis Hammurabi'yi yazdı

BABİL’İN ADI, AHLAKİ ÇÖKÜNTÜYLE ÖZDEŞLEŞMİŞTİ

1901 yılında Fransız arkeologlarca İran Susa’da bulunan, günümüzde Paris'teki Louvre Müzesi'nde sergilenen Hammurabi Kanunları ile hayatın gerçekleri ise hiçbir zaman uyuşmadı. Babil, tarih boyunca ahlaki çöküntü kavramıyla birlikte anıldı. Öyle ki, “Fahişelik Tanrıçası” bile vardı. Bu tanrıçanın adı İştar’dı. Mabetlerde (aslında buralar genelevdi) rahibeler (fahişeler) “ibadete” gelen vatandaşlarla ilgilenir, vatandaş da mabede bağışta bulunurdu. Babil’in ahlaksızlıkla anılması salt “dünyanın eski mesleği”nin ifasıyla da alakalı değildi, zira durum bundan bir “tık” daha kötüydü. Çünkü kanunlar ve gelenekler, her kadın vatandaşın, hayatında en az bir kez bu mabetlere gidip, kendisini İştar için erkeklere sunmasını şart koşuyordu.

Vakanüvis Hammurabi'yi yazdı