Vakanüvis yazdı:
ensonhaber.com

Belki de Dinler Tarihi okuma zamanıdır

Vakanüvis

İsrail’in kanlı saldırıları, merhameti olan her inançtan insanın kalbini yaralıyor. Adeta, “sadece zulmetmiş olmak için zulmetmek” gibi bir motivasyonla gerçekleşen bu saldırılar, ister istemez “Yahudi Tarihi”ni de hatıra getiriyor.

Kimsenin başkalarının inancıyla işi yok, keza kimse “antisemitizm” peşinde de değil. Sadece, serikanlı ve ibretamiz bir yaklaşımla yapılacak Yahudi tarihi okumaları belki de en fazla bugünlerde işe yarayabilir.

CELLADINA BENZEME TEHLİKESİ

Yahudi kutsal metinlerindeki “vaat edilmiş topraklar” anlayışı, tarih sürecinde bu toplumun sık sık kitlesel hareketliliğine neden olmuştu. İsrailoğulları, farklı dönemlerde meydana gelen Asur Sürgünü, Babil Sürgünü ve son olarak Roma Sürgünü ile “vaat edilmiş topraklar”dan ayrılmak zorunda kalmışlardı.

Yaşanan işgaller sonucunda Süleyman Mabedi’nin iki kez yıkılması ve kutsiyet atfedilen topraklardan kopuş süreçleri, Yahudiler için her defasında sancılı olmuştu. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden Serpil Akbıyık’ın kaleme aldığı “Babil Esaretinin Yahudiler Üzerindeki Sosyal, Kültürel ve Dinî Etkileri” başlıklı yüksek lisans tezinde, gördükleri baskı, zulüm ve sonrasında gelen sürgünlerin Yahudilerin teolojik yapısında bariz etkileri olduğu anlatılıyor.

Vakanüvis yazdı:

“FİRAVUN AHMOSE’NİN FİLİSTİNLİLERİ” YAHUDİLERDİ

Milattan önce 6’ncı yüzyıl, Yahudilik açısından çok önemli hadiselerin yaşandığı bir dönemdi. “Kenan toprakları”nda büyük baskılar gören Yahudiler, çareyi bulundukları yerden ayrılmakta bulmuşlar, bu ayrılış da birkaç safhada olmuştu. Bu aşamaların en şiddetlisi ise M.Ö. 586 yılında meydana gelmişti. Sürgünde Kudüs şehri ve Süleyman Mabedi’nin tahrip edilmesinin yanı sıra Yahudiler fiziki baskılarla bunalmışlardı.

Aslında M.Ö. 1700 yıllarında Mısır’a geldikleri tahmin edilen İsrailoğulları, ilk zamanlarda rahat bir yaşantı sürmüşlerdi. Yahudilerin talihi, Ahmose’nin tahta çıkmasıyla dönmüştü. Hz. Yusuf’un nübüvetine denk gelen bu dönemde I. Ahmose, İsraillilerin nüfusuna kafayı takmıştı. Kurmaylarına ve halkına sürekli, “Bakın, İsrailliler sayıca bizden daha çok, gelin onlara karşı aklımızı kullanalım, yoksa daha da çoğalırlar. Bir savaş çıkarsa düşmanlarımıza katılıp bize karşı savaşırlar” diyordu. Firavun Ahmose, nefret ettiği İsariloğullarının hayatını zorlaştırmak için Mısırlılarla birlikte elinden geleni yapıyordu.

Vakanüvis yazdı:

İsrailliler, toplumdaki en ağır işlere koşuluyor, ağır vergilere muhatap kılınıyor, mülk edinmeleri engelleniyor, belli bölgelerde enterne ediliyor, inançlarını yaşamalarına izin verilmiyordu. Çocuklar bile İsrailoğullarına saldırmaya cesaret ediyor, köpeklerini onlar üzerine saldırtıyorlardı. Baştaki yöneticilerin değişmesi de durumu iyileştirmiyordu. Mısırlıların angaryalarıyla Yahudiler, Pitom ve Ramses adında iki kent inşa etmişlerdi. Firavunlar I. Seti ve II. Ramses dönemlerinde ise Yahudilerin maruz kaldığı zulüm dayanılmaz boyutlara varmıştı. Kur’an-ı Kerim’de de geçen doğan erkek çocukların öldürülmesi emri, II. Ramses tarafından verilmişti. İbrani iki ebe Allah’tan korkup bu emri yerine getirmeyince de her Yahudi bebeğin Nil nehrine atılması süreci başlamıştı. Hz. Musa da bu dönemde dünyaya gelmiş, Nil’de bir sepete konulmuş, nehirde yıkanmakta olan Ramses’in kızı Bithia bebeği görünce onu saraya götürmüş ve Hz. Musa kraliyet ailesiyle büyümüştü.

Vakanüvis yazdı:

KRAL REHAVAM’DAN YAHUDİLERE: SİZLERİ AKREPLERLE YOLA GETİRECEĞİM

Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Sami Kılıç ile Kilis 7 Aralık Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Arş. Gör. Abdullah Atuncu tarafından kaleme alınıpII. Uluslararası Ortadoğu Konferansları kitabında yer alan “Yahudi Geleneği Bağlamında Sürgün” başlıklı makalede de İsrailoğullarının Mısır’daki baskı yılları ve sonrasında yaşadıkları sürgün edilme psikolojisinin, Yahudiler için modern zamanlara kadar uzanan travmatik bir etkiye yol açtığından bahsediliyor. Yahudiler için “diasporaya sürülmek bilinçlerde sürekli taze tutulan bir hatıra” haline gelmişti. Mısır’da zulüm asla hız kesmiyor, ardından sürgün geliyor, bu kısır döngü sık sık da tekrarlanıyordu. Baskıcı kırallardan biri olan Kral Rehavam, baskılardan bunalan halkın gönderdiği akîl adam heyetinin “İsrailoğullarına yönelik bu zulmü azaltın, vergileri düşürün” şeklindeki taleplerine, “Babamın size yüklediği boyunduruğu ben daha da ağırlaştıracağım. Babam sizi kırbaçla yola getirdiyse, ben sizi akreplerle yola getireceğim.” cevabını vermiş, dediği gibi de baskıları daha da arttırmıştı.

Vakanüvis yazdı:

BAZI YAHUDİ KAVİMLERİN İZİ BİLE KALMADI

Yahudilerin uğradıkları zulümler ve sonrasında yaşadıkları sürgünler toplumsal bilinçlerini de yaralıyordu. Asur istilası sonucunda sürgüne gönderilen Yahudiler, diğer milletlerle evlilikler yapmışlar, bu kavimlerin inanç ve kültürlerini benimsemek durumunda kalmışlardı. Sontahlilde bütün bu başka toplum içinde erime, kaybolma süreçleri son tahlilde inançlarından bihaber olan Yahudi kökenli nesillerin ortaya çıkmasına neden olmuştu. Yahudi teolojisinde önemli bir yer tutan “Kayıp 10 Kabile” söylencesinin kaynağı da bu tarihsel gerçeklikti.

Vakanüvis yazdı:

ROMA YÖNETİMİ YAHUDİLERİN KUDÜS’E GİRMELERİNİ YASAKLAMIŞTI

Yahudiler, çok eski çağlarda bu baskılara maruz kalmışken, görece yakın devirlerde de benzer bir kaderi yaşamışlardı. Bölgenin önce Pers, sonra Grek ve nihayet Roma imparatorluklarının yönetimine geçtiği asırlarda, Roma yönetiminin Filistin’de Yahudilere yönelik politikaları eski çağları aratmayacak sertlikteydi. Yoğun baskı, doğal olarak zaman zaman isyanlara yol açıyordu. M.S. 70 yılında, eski çağlardaki yıkımının ardından bir kez daha inşa edilen Süleyman Tapınağı, çıkan isyanı bastırmak üzere bölgeye akın eden Romalılar tarafından yerle bir edilmişti. Bu dönemde Yeruşalim’de binlerce Yahudi’nin kanı akıtılmıştı. Roma yönetimi, isyanı bastırdıktan sonra Yahudileri dünyanın çeşitli bölgelerine sürgün etmişti. Bu dönemde bölge Suriye’ye bağlanmış, Yahudilerin Kudüs çevresine girmeleri de yasaklanmıştı.

Vakanüvis yazdı:

YAHUDİ DİASPORASI, SADECE MÜSLÜMAN COĞRAFYALARDA RAHAT ETTİ

Yahudilerin Roma tarafından sürülmesinden sonra yaşanan sıkıntılar, 14. yüzyılda Katolik İspanya’da başlayan Yahudi karşıtlığı ve engizisyon faaliyetleri ile doruk noktasına ulaşmıştı. Endülüs’te rahat bir şekilde yaşayıp varlıklarını devam ettiren ve büyük imkanlar elde eden Yahudiler, 1492 yılında Kurtuba’nın düşüp, bölgede İslam hakimiyetinin sona ermesiyle birlikte sistemli bir şekilde Engizisyon Mahkemeleri’nde yargılanıp, din değiştirme ve göçe zorlanmışlardı. Engizisyon’un toplu insan yakmalarında Müslümanlarla birlikte Yahudiler de katledilmişti.

Vakanüvis yazdı:

Asırlar içerisinde Yahudilerin diasporadaki durumları, sadece İslam devletlerinin sınırları içerisindeyken iyi olmuştu. Bir İslam devletinde yayaşan Yahudiler, dini ve toplumsal hayatları açısından herhangi bir sıkıntı yaşamıyordu. Endülüs Emevi Devleti ve Omsnalı İmparatorluğu bunun en önemli örneklerindendi. Yahudi tarihi içerisinde “II. Musa” lakabı verilecek kadar önemli bir yeri olan filozof, baş haham, hekim Musa bin Meymun, Kurtuba’nın itibarlı isimlerinden birisiydi. İbni Meymun, Eyyubî Hanedanı’nın kurucusu, Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubi’nin hususi hekimliğini de yapmıştı. Osmanlı İmparatorluğu da 1492’de İspanya’da zulme uğrayıp kaçacak yer arayan Yahudilere kucak açan tek devlet olmuştur.