Ç. Zeynep Karabal: Tüm kadınların ortak sesi olarak yazmak istedim
Özel İçerik

Zeynep Hanım’la telefonda tanıştık. Bu söyleşilerin nihayetinde güzel arkadaşlıklara dönüşmesini seviyorum ve fark ettim ki pandemiye de alıştık. Artık söyleşilerimizi sanal yaptığımız gibi arkadaşlıklarımızı da sanal kurabiliyoruz. Bu da madalyonun bir başka yüzü; gerçekten insan nelere alışmıyor…

Zeynep Hanım anlatısının karakterleri üzerinden kendisine ve okuruna, gerçekleri gümüş tepside sunduğu ütopik bir ilişkiler dünyası yaratmış. Bu gerçekleri göz ardı etmeyen bir masal! Kendi evliliğindeki keşiflerle yola çıkan yazarımız, yedi kitaptan oluşacak serinin bu ilk kitabında Platonia’nın yani kadının hislerine yer vermiş. “Temennim okuyucunun da ‘Evet, bende böyle hissediyorum yalnız değilim,’ diyerek tebessüm etmesini sağlamak,” diyor. İlk kitabın eğlendireceğini söylerken ikinci kitabın da hüzünlendireceğini belirtiyor. “Bence acı da mutluluk da his olarak evrenseldir,” diyen Zeynep Hanım, kendini şöyle anlatarak okura sesleniyor:

“Ben her duyguma önem veren, hepsini kabul eden biri olduğumdan toplumsal meselelerin de duygularımıza etki ettiğini ve bunu hissetmenin yanlış olmadığını anlatmak için kalem tutmak istiyorum. Umarım güzel bir kitle ile buluşuruz.”

Keyifli okumalar…

Çiğdem Zeynep Karabal, Platonia ile Bael – Bir Evlilik Masalı röportajı

Çiğdem Zeynep Karabal

BEN GÖSTERİLMEYEN SEVGİYE VE SAKLANAN ACIYA KARŞIYIM

- Zeynep Hanım merhaba! Sizi tanıyarak başlayalım isterim; neler yaparsınız, kimsiniz, bize biraz anlatır mısınız?

Merhaba, kendimizden önce buyuralım ‘’Marifet iltifata tabidir,’’ demiş Muallim Naci Üstat.  Bizi güzel okuyucularınız ile tanıştıracak olmanızdan dolayı öncelikle size ve ekibinize teşekkür ederim.  Ç.Zeynep KARABAL 38 yaşında, Dost bir Eş’e ve 2 güzel evlada sahip. Davranış Bilimleri, Sosyoloji, İslami İlimler ve Tarih alanlarında eğitim bitiren ve bazılarına hâlâ devam eden, tasavvuf alanına 25 yılını vermiş ve vermeye devam edecek olan, her daim öğrenen ve öğretmeye gönül veren bir Öğrenci-Eğitmen ve Aile Danışmanıyım.

- Söyleşimize dünyaca hayatımızın merkezinde olan pandemi ile başlayalım. Sizin için nasıl geçti, nasıl devam ediyor?

Tabii ki tüm insanlığı etkileyen bu zorlu imtihan beni ve sevdiklerimi de etkiledi. Yıllarımı ‘’Derviş anın çocuğudur, (İbnul vakit)’’ düsturu ile geçiren biri olarak her an başımıza gelen olayların bir değişim ve dönüşüme gebe olduğu bilincini kaybetmemeye gayret ettim. Acı insanın canını yakar ancak ya yanmayla yıllarımızı geçiririz ya da bunu tecrübe ile yer değiştiririz. Sanırım uzun yıllar tasavvuf ile içli dışlı olmamdan sebep olaylara ve süreçlere bakış açım biraz daha farklı olabilir : ) Elbette bu zorlu imtihan sebebi ile hasta olan ve ebedi âleme göç eden tüm insanlar için inancım gereği dua ediyor, sabır ve şifa diliyorum. Umarım yakın bir zaman da tüm insanlık olarak feraha kavuşuruz.

- Tasavvuf bakış açınızı nasıl değiştirdi?

Tasavvuf ile küçük yaşlarda tanıştım. Bana göre her insan bu âlemde bir yolcu gibi ve yolda mutlaka kendilerine bir yol arkadaşı belirliyorlar. Bu bir kitap olur, insan olur, eşya olur, fikir olur. Kendisine ne iyi geliyorsa onu yol arkadaşı edinebilir. Ben de tasavvuf okulunu bir yol arkadaşı olarak kendime yakın gördüm ki devamlılığı bana iyi geldi. Yine ifade edeyim ki bu benim yolum ve bana her dönem iyi geldi. Her imtihanımda kendimi daha doğru anladım ve yürümeye devam ettim. Bu yolun büyüklerini sevdim ve öğretiyi benimsedim.

- Bizi Platonia ile Bael – Bir Evlilik Masalı adını verdiğiniz ilk kitabınız buluşturdu. Böyle bir hikâye yazma fikri nasıl doğdu? Aile Danışmanı olmanızın etkisi nedir?

Aslında kitabı yazma fikrim bir Aile Danışmanı olarak doğmadı. Genelde insanlar bu fikirle yola çıktığımı sandılar. Tam aksine ilk kendi hikâyem ile başladım : ) Çünkü ben de evli ve çocuklu her kadın gibi haklı haksız gelgitler yaşıyordum. Sonrası etrafımda gördüğüm tüm hikâyelerden alıntılar ile devam etti. Platonia sadece benim hikâyem değil her bir hikâyede başka bir kadın var.

Ben gösterilmeyen sevgiye ve saklanan acıya karşıyım. İnsanım ve sevdiklerimle acımı da mutluluğumu da paylaşmalıyım. Toplumun bazı kesimlerinde yaşanan “Mükemmel olmalıyım,” kavramına şiddetle karşıyım. Bizler duyguları olan canlılarız. Hiçbir duygumdan bu güne kadar utanmadım. Hepsi gerçekti ve olması gereken zamanlarda hep benimleydiler. Bazen yıkım yaptılar ama enkazı kaldırdığımda çok daha güzel bir inşa ile karşılaştım.

Gelelim kitaba, eşim ile olağan bir ev hali muhabbeti sonrası baktım ki kafamın içindeki sesler baya kalabalık; onları kâğıda döktüm : )

- Sonra?

Sonrası mı? Sonrası dinlediğim tüm güzel eş hikâyelerini Platonia’nın kaleminden derledim.  Bir kadının kendi evliliğinde geçirdiği tüm evreleri evrensel bir dille fantastik bir hikâye üzerinden kurguladım.

- Bu romanın yedi kitaptan oluşacak bir serinin ilk kitabı olduğunu konuşmuştuk telefonda.

Evet, 7 diyardan oluşan bir seri düşüncem var. Bir aile iletişimi ile başlayan Gümüş Diyar’ından Platonia ile Bael’in aşkına ilk kitapta tanıklık edeceğiz. Sonrasında sosyolojik olarak toplumumuzu etkileyen değerlerden birey, aile, gelenekler ve toplumsal süreçleri fantastik bir dille kitaplara işlemeyi düşünüyorum.

- Kurgunuzun ilhamını nereden aldınız? İlhama inanır mısınız? Mesleğinizin faydasını görmüşsünüzdür, değil mi?

İlhama inanırım, aslında her şey bize ilham verebilir. İzlerseniz kâinat size bir sürü bilgi verir. Belirttiğim üzere mesleki başlamadım ama etrafımda izlediğim her detayı mutlaka kullandım. Bence acı da mutluluk da his olarak evrenseldir. Sadece hepsinin başlığı değişebilir. His ise değişmez. Bu kitapta Platonia ne hissetiyse bunu yazmaya gayret ettim. Temennim okuyucunun da ‘’Evet, bende böyle hissediyorum yalnız değilim,’’ diyerek tebessüm etmesini sağlamak : )

Çiğdem Zeynep Karabal, Platonia ile Bael – Bir Evlilik Masalı röportajıÇiğdem Zeynep Karabal, Platonia ile Bael – Bir Evlilik Masalı röportajı

İNSANLARIN KENDİLERİNİ DIŞ DÜNYANIN GÖZÜNDEN İZLEYEREK ÜZMESİ FİKRİNDEN UZAĞIM,

- İlk kez kitap yazıyorum, demiştiniz. Yazmakla aranız hep iyi miydi?

Aslında yazmak benim için her yeni güne doğmak kadar keyifli bir durum. Yazdığım 4 farklı eser daha var. Sadece zamanı geldiğinde okuyucusuyla buluşmasını bekliyorum. Süreç-sonuç ilişkisinde hep süreci sevdim ben. Çünkü sonuç hiçbir zaman emin olamadığım bir şey ama süreç benim istediğim gibi ilerler. Yani süreçte keyif almayı ya da eğlenmeyi tercih edebilirim, sonuç ise kaderin bir motifi gibi : )

Kitapları sevmeye 13 yaşımda başladım. O dönemler her istediğimde kitaplara ulaşamıyordum, malumunuz 25 sene öncesi : )) ama okumayı insanlarla iletişim kurmaktan daha fazla seviyordum o dönemler. Sanki büyülü bir dünyaya giriyordum. Bilmediğim yerleri geziyor, belki de hiç keşfedemeyeceğim kültürler tanıyordum. Bu beni o yaşlarda çok mutlu ediyordu. Sanırım hayalci yanımı o dönemde keşfettim ve hâlâ devam ediyor bu : )

- Size yazmayı ve kitapları sevdiren neydi?

Bilirsiniz Meydan Larousse’lar vardı. Tabii o dönemlerde ulaşmak zordu benim için kitaplara. Çünkü etrafımda kitap okuyan çok az insan vardı. Bu ulaşamama beni daha da heyecanlandırdı ve kıymetini bilmeye çalıştım. Az olan kıymet görür, düsturu bana da etki etti. Meydan Larousse’u kaç tur döndüm bilmiyorum : )

- Tasavvufla ilgilendiğinizi söylemiştiniz. Bize biraz bu konudan da bahseder misiniz, neler yapıyorsunuz?

Sanırım anlatımımdan da anlayacağınız üzere tasavvuf, her daim yaşam biçimim oldu. Bana göre bir okul bu ve insan olurken bana her şeyi nazikçe öğretti. Her insanın özgür olarak yaşamına anlam katması taraftarıyım. Karşımızdaki hiç kimseye zarar vermiyorsak, maddi ve manevi değerlerimizi yok etmiyorsak, yürüdüğümüz yolda hangi renkte ve biçimde yürüdüğümüz ile ilgilenmiyorum. Kendimi de bu yolda yürüyen biri olarak görüyorum. Keyif aldığım ve benimsediğim sürece her acı ve her mutluluk bana anlam katıyor. Gülmek kadar ağlamanın da anlamlı olduğu düsturunu tasavvuf ile keşfettim.

- İlk kitabını okuruyla buluşturan çiçeği burnunda bir yazar olarak kitabınızın bizimle buluşma sürecini de anlatır mısınız?

Her nasip vaktine esirdir, düşüncesini o kadar benimsemişim ki kitabı yazalı 3 yıl oldu ama yayınevine gitme fikrini biraz geç fark ettim : ) Bana iyi gelen bir süreç oldu yazmak.  An’da o kadar keyif alan biriyim ki bir adım sonrası için plan yapmaya biraz itilerek gidiyorum : ) Sosyal medyayla da çok işim olmadı bu sebeple. Bunun doğru olduğunu asla savunmuyorum bu arada, elbette adım atmalı ve mutlaka ileriye dönük plan yapılmalı. Dediğim gibi kitabı kendi dünyamı yazarak başladım, sonrası gülerek devam etti. Her yazdığımda eğlenmeye başladım. Sonra zor olan meseleler bile bana espri malzemesine dönüştü : )

- Yayınevine ulaşmanız ve sonrası nasıl gelişti peki?

Çok kıymetli bir büyüğüm okumak istedi ve sonrasında Profil Kitap ile paylaştı. Farklı ve keyifli buldular ve basıma gittik. Nasibi olan zaman da güzel insanlarla buluştuk ve umarım buluşmaya devam ederiz : )

- Bu süreçten bir anınızı paylaşır mısınız?

Eğlenceli bir anım var evet, Almanya’ya gidiyordum. Uçağa tam bineceğim zaman da kitabın basıma gideceği haberini aldım, o kadar sevindim ki uçağa binmeyi unuttum : ) Kalakaldım oturduğum yerde, son anda yetiştim. Çünkü beni heyecanlandıran şey, bir emek vardı ve bu benim emeğimdi. Eksik veya fazla, az ya da çok bu beni ben yapan şeydi. İnsanların kendilerini dış dünyanın gözünden izleyerek üzmesi fikrinden uzağım. Dış dünyada beni tanımamış, benim acılarıma ve sevinçlerime şahit olmamış kişilerin söylemleri ile ilgilenmiyorum. Bu tüketim çağında bu kadar An’dan uzak kalıp hızlı bitişleri de sevemiyorum. O yüzden oturdum ve bu güzel haberin tadını An’da kendimle çıkardım.

Uçağa yetiştim ama : )

Çiğdem Zeynep Karabal, Platonia ile Bael – Bir Evlilik Masalı röportajı

ŞARTLAR İYİYKEN HEPİMİZ GÖRÜNMEK İSTEDİĞİMİZ GÖRÜNTÜDE OLABİLİRİZ


- Biraz da kitabın hikâyesinden bahsedelim mi?

Platonia ile Bael iki farklı kültür tarafından yetişmiş ve ortak bir diyarda evlenerek yaşayacak karakterlerimiz. Kitabın kurgusu 7 diyardan oluşan halkların birbirleri ile olan iletişimlerini konu alıyor. Doğan her bebeğe bir kolye veriliyor. Bu kolyenin iki tarafı var; biri duygusal yaşamın ışığını gösterirken diğeri mantıksal yaşamın ışığını gösteriyor. Kişiler yaşama devam ederken neyden eksik kalıyorlarsa o ışığı kaybediyorlar.

- Bize Platonia ve Bael’den bahseder misiniz? Nasıl karakterler?

Platonia daha çok duygusal yaşama önem veren hisleri kuvvetli duygulu bir kadın, Bael ise yetiştiği diyarda öğrendiklerini kabul edip mantıksal yaşam ışığını sürekli parlatan biri. Evlendiklerinde kolyeler eşlere teslim ediliyor. Kim kimin ışığını kaybettirirse yaşam ona daha zor geliyor. Hikâyemizde kahramanlarımız birbirlerine hem kendilerini tanıtıyorlar hem yaşamdan ne istediklerini keşfediyorlar. Ve asıl kitabın konusu ‘’denge’’de bir yaşam oluşturmak. Çünkü duygusal yaşamın ışığını kaybetmiş her kişi mutsuz bir diyara göç ediyor.

- Sizce insan evlendiğinde hep aynı süreçlerden mi geçiyor? Bir yerde okumuştum, her evliliğin bir parmak izi gibi olduğundan söz ediyordu. Bir olgu nasıl hem bu kadar kendine has hem de birbirinin bu kadar benzeri olabiliyor?

Bence her evliliğin kendine has dinamikleri var. Karşılaştırılmış her yaşam veya her kişi bence haksızlığa uğruyor. Çünkü hepimizin çocukluk öğretileri, sosyal yaşamdan aldığımız bilgiler duygular farklı olabiliyor. Aynı statüde kişilerle bile evlensek bilemiyoruz; o insan geçmişte nasıl bir ailede büyüdü. Kimlerden ilk yaşama dair bilgiler edindi, duyguları ne denli incindi ve katılaştı… Şartlar iyiyken hepimiz görünmek istediğimiz görüntüde olabiliriz. Peki, şartlar zorlaşırsa eğer neler olur? Her şartta ve koşulda sevgiyi ve saygıyı korumaya çalışacak mıyız? Yoksa en sevdiğimiz bile bizim geçmişten kalan izlerimize dokunduğunda onun duygularını inciteceksek, o zaman evrensel bir süreçten bahsedemeyiz. Her evlilik kendi oluşturduğu düzene gebedir. Doğacak bu çocuk iki insanın geçmişinden kalıntılarla yeni gündeki bilgi birikimine ekleyecektir.

- Kitap, ara başlıklarla ilerliyor. Onlardan biri, “Birbirimizde Sakin Olalım.” Bu bir yöntem mi?

Bu, hayatımda dinlediğim en müthiş hikâyelerden biridir. Bu kitabı öğrendiğim bilimsel bilgilerden ve tasavvuf öğretilerinden alıntılar yaparak kurguladım. Hz. Âdem’in (as) Hz. Havva (as) annemizi gördüğünde söylediği bu öğretiyle kitaba başlamayı tercih ettim. “Birbirimizde sakin olalım,” cümlesi, eşler uyguladığında fayda sağlayacağına inandığım bir öğretidir. Evlilik hem duygusal olarak hem de biyolojik olarak insana iyi gelen bir birlikteliktir. Tabii ki bunu “evlilik” müessesesi dışında da yapan insanlar var. Yukarıda anlattığım gibi her insan kendi yolculuğuna çıkmıştır. Bunu nasıl yaşamak isterse yaşayabilir. Ama evlilik aidiyet ve sorumluluk yükler insana ve bu, insan gelişimi için bence olması gereken en önemli gelişim süreçlerinden biridir. Eşler birbirlerini anlayarak olaylara daha sakin bakarak, birbirlerinde sakinleşerek devam ettiklerinde yaşam onlar için dengede ve huzurlu olur. Elbette her an bu bilinçle ilerlemeyi istemek gerçekçi olmayacaktır. Ama 10 hareketten 7’sini kurtarıyorsak kârdayız : )

- Zeynep Hanım, serinin diğer altı kitabının konusu da yine karakterlerimiz üzerinden mi ilerleyecek? Planınız nedir?

Kitap serisi tüm toplumu ilgilendiren başlıklarla devam edecek. Mesela ikinci kitabımızın kahramanları birinci kitabımızda ismen geçiyor, okuyucu yakalar umarım : ) Platonia ile Bael - Bir Evlilik Masalı kitabı, bir kadının evliliği öğrendiği yolda eğlenmesini anlatıyor, ikinci kitapta ise farklı duyguyla karşımıza bir Erkek çıkacak ve evliliği boyunca göremediği tüm duyguları bir olay sonrası fark edip pişmanlıklarını anlatacak. Sanırım ilk kitapta eğlendiğimiz kadar ikinci kitapta hüzünleneceğiz. Yukarıda da ifade ettiğim gibi ben her duyguma önem veren, hepsini kabul eden biri olduğumdan toplumsal meselelerin de duygularımıza etki ettiğini ve bunu hissetmenin yanlış olmadığını anlatmak için kalem tutmak istiyorum. Umarım güzel bir kitle ile buluşuruz : )

- Az önce anlattığınız gibi, hikâyenizde evliliğin sembolünü kolye olarak belirlemişsiniz. Şöyle diyorsunuz bir yerde: “Her evlilikte eşler kolyelerini birbirlerine verdikleri için, herkes karşısındakine baktığında ancak kendi kolyesindeki yaşam durumunu görüyordu.” Bu cümleniz üzerine biraz konuşalım isterim. Karakterleriniz bu durumu nasıl aşıyor ya da aşabiliyor mu?

Burada “empati” kurmanın ne denli önemli olduğunu vurgulamak istedim. Karşımızdaki için önemli olan bize basit gelebilir ancak onun için önem arz ediyor olmasına değer yüklememiz gerekmez mi? Hayata bu döngüde bakmaya gayret ettiğim için kitaba da bunu işlemeyi uygun buldum. Yani Platonia için önemli olan ve duygusal yaşamında ona ışık olacak her bilgi ve duyguya Bael de dikkat etmeliydi. Aynısı Bael için de geçerliydi. Birbirlerine kendi doğrularını değil de onlara iyi gelen fikri vermeleri daha iyi gelecekti. İletişim dediğimiz eksik de buradaydı, hep biz doğru ve anlaşılır olmalıydık fikri sanırım günümüzün büyük bir sorunu. Karşımızdakinin anladığı kadarız biz, bunu kabul etmek zorundayız. Kendini geliştirememiş birine duygumuzu açıklamaya kalkarsak kırılırız. Bizi anlamayacaktır. İşte kahramanlarımız birbirlerinde eksik olan bu yanı görüyorlar, bir dönem bunun sıkıntısını yaşıyorlar ve finalde bunu fark edip artık yoruldukları birçok meseleye bile gülebiliyorlar.

Platonia’nın yazısından bir alıntı yapayım sizlere; o bu düzende kimseyi değiştirmedi, yaşamak istediği herkesi olduğu gibi kabul etti. Ve kendisini de olduğu gibi kabul ettirdi. Karşısındaki kişiler ne düşünür diye ilerlemedi, bilakis nasıl anlamak istiyorlarsa o anlamda kalabilirlerdi. Çünkü hayat kısaydı ve An’da mutlu olmak istiyordu : )

Her birimiz bir renge boyalıyız bence ve birbirimizle hayatımız buluştuğunda hepimiz bir grup deseni oluşturuyoruz. Çeşitlilik anlatan bir tablo gördünüz mü, tek renk ve tek desen? İşte bizler de hayata böyle bakmalıyız. Kahramanlarımız da böyle bakmaya başladığında keyifli bir hikâye başladı : )

Çiğdem Zeynep Karabal, Platonia ile Bael – Bir Evlilik Masalı röportajı

BİR BABA KIZINA NE KADAR GÜVEN VERİRSE O KIZ HAYATA ÇOK DAHA GÜVENLİ VE GÜÇLÜ ÇIKIYOR

- Kadın ve erkek figürleri olarak yaşamda nasıl bir yerimiz var sizce? Nasıl oluyor da üzerine bu kadar kitaplar yazılıyor, filmler çekiliyor ama biz yine de bu dengeyi bulamıyoruz?

Evet, geldik en önemli konuya : ) Klasik farklılıklardan bahsetmek istemiyorum, bunu zaten işin ehli olan bir sürü uzman anlattı. Ancak bir kadın, bir eş ve bir anne olarak tüm bu statülerimden aldığım deneyim ve bilgi birikimimle şunu aktarabilirim: Öğrendiğim iki türlü insan olduğu; iyi insan ve kötü insan, bunun dışında bir anlam yok. Herkes için eşit hak ve hürriyet vardır. Yasalar ve kurallar herkes için eşit uygulanmalıdır. Tabii ki fıtrat gereği birbirimizden farklıyız bunu inkâr etmek yanlış olur.

- Ego savaşında mıyız?

Ego savaşı çok doğru bir tabir; ataerkil bir düzende yaşam birçok toplumun sorunu, bunu tek bir kültüre bağlayamayız. Araştırırsak bunun birçok bölgede büyük sorun olduğunu buluruz. Yakın yüzyıla kadar bile kadın hakları üzerinde ciddi eksikler vardı. Hâlâ da devam ediyor. Uzağım bu adaletsiz cinsiyetçi yaklaşımlara. Kitapta da bu konuya epeyce değindim. Kimse kimsenin tepesine çıkamaz, kimse kimseye emir veremez, bilgi verir! Rica eder, iş yerinde de rica eder evinde de. Eğer bir erkek iş yerinde bir kadına konumu gereği teşekkür edebiliyorsa evinde akşama kadar ona ve çocuklarına güzel bir hayat sunan kadına da teşekkür etmeyi öğrenmeli. Ve bir kadın da kendisi için hayattan lezzet almalı. Çocuk bakmak ve eş olmak bir görev değil, keyifli bir yolculuk olmalı. Zoraki süreçlerde mutsuz oluruz ve bu mutsuzluk hayatımızın her yerine bir kanser gibi yerleşir. Sonrası açlık oyunları…

Savaşmayalım sevelim, öğrenelim ve eğlenelim bu kısa hayatta : )

- Cinsiyetlerimiz üzerinden eskiden bu yana bize biçilmiş roller yüzünden mi dünya üzerinde hem bir dengedeyiz hem de ilginç bir mutsuzluk hâsıl? Şöyle diyor bir yerde Platonia da: “Herkesi fıtratına göre değerlendirirsek sanırım olayları daha hızlı çözeceğiz.”

Platonia burada sisteme ters bir hareket yapıldığında error verir, diyor : ) Bael büyüdüğü diyardan aldığı baba ve eş olma bilgilerini demirbaş olarak zihninde tutmuş, tanıdık geldi, değil mi? : ) Ne kadar okusa da eğitim alsa da o bir erkek beyni, kalıtımsal bilgi birikimini de ekleyerek olaylara tepki verirken şunu da ekliyor kendine: “Ben babamdan, dedemden çok daha iyi bir erkeğim,” bir de sevgili erkek annelerimizin bu konuşmayı biricik oğullarına doğrulamaları sonucu bu bilgi onlarda yasa hükmünde : ) Bael kendini bir iki nesil öncesinden daha iyi olarak nitelendirdiğinden Platonia’yı anlayamıyor. Ama sorunumuz işte burada başlıyor, kadın sürekli daha iyi olmalıyım, deyip annesi ve anneannesi ile yarışırken erkek ben daha iyiyim yeter, diyerek bırakıyor kendini : )

- Peki, siz bunu kendi yaşamınızda nasıl keşfettiniz?

Ben şahsi hayatımda eşimden gördüğüm böyle bir sahnede gülmeye başladım : ) Eşimin zihninde olan olayları keşfettikçe bu süreç beni ona karşı sakinleştirdi. Sanırım benim sakinleşmem ona da iyi gelmiş olacak ki o da beni anlamaya gayret etmeye başladı : ) Sonuçta bilerek, beni sevmediğinden değildi bu yaptığı. Yani biz kadınlar ‘’Sevilmiyoruz ve bizi anlamıyorlar,’’ fikrinden dolayı üzülüyoruz. Sevgili benim gibi düşünen hemcinslerim, bu tamamen erkeklerin kendi beyin içi süreçlerine ait bir yolculuk, trip atarak öğretmektense üzülmeden sakin kalarak çözüme odaklansak sanırım daha doğru bir teknik denemiş oluruz : )

- Yine kitaptan şöyle bir alıntı yapmak istiyorum: “Beni anlamakta çok zorlanan sevgili Bael, umarım kızını anlamakta daha profesyonel olur.” Bunun üzerine bir kitap yazdınız tabii ama burada sohbetimizi tamamlayacağını düşündüğüm bir alıntı bu. Neler söylersiniz?

Çok şey söylemek isterim sosyolojik olarak ama kitabı okurken birçok okuyucu fark edecektir; bu süreci onlara bırakmak isterim : ) Ama Platonia bir anne olarak hemen eşlikten feragat edip annelik duygularıyla “Hadi benden geçtin kızından geçme bari,” diyor. Yani onu duygusal olarak doyurabilirsen ışığını kaybetmez ve bu, onu bütün hayatı boyunca iyi hissettirir, diyor.

Bence bir baba kızına ne kadar güven verirse o kız hayata çok daha güvenli ve güçlü çıkıyor. Bunu hayatının her evresinde hissediyor. Babadan güçlü büyümüş bir evlat olarak bunu çok net gördüm. Hatta size bir anımı anlatmak isterim.

- Tabii, lütfen!

Sevgili babaannem vefat ettiğinde sevgili babam beni telefonuna “Annem” diye kaydetti; artık sen hem benim kızım hem annemsin, dedi. Bu, beni evli ve çocuklu bir anneyken bile çok güçlendirdi. Ve ben inanıyorum ki bu gücü alan kadınlar, kendini geliştirememiş, güven duygusu eksik, şiddeti bir iletişim aracı gören tüm ruhsuz erkeklere karşı kullanacaklardır. Evet, Bael Platonia’yı çok seven ona saygı duyan ama duygu verirken eksik kalan bir eş… İşte Platonia umuyor, Bael kızına bu duygusal ışığı versin ki bu ışığı yakması için kızı kimseden ışık beklemesin…

Çiğdem Zeynep Karabal, Platonia ile Bael – Bir Evlilik Masalı röportajı

PLATONİA BENDİM, SENDİN, OYDU; TÜM KADINLARIN ORTAK SESİ OLARAK YAZMAK İSTEDİM


- Bu konuya Platonia’nın açısından baktığımızda bir diğer başlık da “Anne Ol(ama)ma”. Parantez içinde yazılan o “ama” çok derin mevzulara açılıyor. Hele günümüzde sosyal medyanın da hayatımızda çok büyük bir yer tutmasıyla annelik, ebeveynlik konusu oldukça popüler. Bu durumu en az hasarla atlatmanın yolu sizce ne?

Burada iki ana başlık atmak gerekir.

1- Bir kadın anne olduğunda etrafındaki tüm annelerin destek verirken ki yanlışları

2- Mükemmel anne olmalıyım derken anneliği unutan kadınların süreci

Anne olan her kadın bu kutsal duyguyu tattığı için bence çok şanslı. Eşlerden ve aile büyüklerinden geri bildirim alırken lütfen bu süreçte “anne” olan kadına tecrübelerinizi, sevginizi ve yardımınızı aktarın ama ‘’Bizim zamanımızda böyle değildi bir de nazlanıyor musun?’’ demeyin : ) Zaten yeni bir düzene adapte olmaya çalışan biri için hiç de faydalı olmayacaktır.

- Mükemmel anneyi nasıl tanımlarsınız peki?

Cidden her zaman merak ediyorum bunu. Her aklı başında anne mükemmeldir. Çocuğunu sever ve korur. Kimse gibi olmak zorunda değiliz. Biz hepimiz kendimize has güzeliz. Şeklimizle, statümüzle, ailemizle her bizim olan eksik de olsa bizim olduğu için özel olmalı. Kimse benim çocuğuma benim gibi bakamaz, illa doğurmaktan da bahsetmiyorum. Birçok anne tanıdım, çocuğun biyolojik ailesi değildiler. Ama güzeldiler, çünkü sevgi ve bağlılık vardı. Bunu hissettiğiniz her an güzeldir. Sosyal medyada gördüğümüz bir sistem benim evime, benim aileme uymaz buna inanmıyorum. Evet, bilgi alalım, tecrübeler dinleyelim ama bütünüm o olacak diye kedimi ve ailemi bu kobay deneyine sokamam. En az hasar için bence şöyle düşünmeli: Benim ailem, benim dinamiklerim, benim duygularım, hepsi bana has ve bana özel : )

- Peki, neden evliliği sürdürenin erkek, her şeye sabretmesi gerekenin kadın olduğu inancındayız? Bu kabulleniş neden? Bu toplumsal kabulü eşitliğe çevirmek neden zor?

Çünkü bu süreç genetik aktarım gibi; tekrar eden davranışlar bir iyileşse beş hastalıklı devam ediyor. Gelişen kişilere bile tepkiler o kadar sert ki kişi değişime girdiğine pişman oluyor sonra. Öncelikle kadın nelere sabretmeli? İnandığım inanç sistemim üzerinden cevap verecek olursam, sabır İslam inancında kesinlikle insan gelişimi için müthiş bir öğretici. Ama sadece kadın sabreder, diye bir bilgiye İslam dininde hiç rastlamadım.

‘’Şüphe yok ki Müslüman erkeklerle Müslüman kadınlar, mümin erkeklerle mümin kadınlar, itaat eden erkeklerle itaat eden kadınlar, sadık erkeklerle sadık kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, mütevazı erkeklerle mütevazı kadınlar…” şeklinde devam eden bir ayetlle anlatalım, (Ahzap35) gördük ki bir tek kadına yüklenmemiş sabır.

İşte bu, belli bir kitlenin örf adet adı altında inandıkları bir inanç; sağlıklı olan her birey bu düşünden kendini sıyırmalı. Çevresi tarafından eleştiri alsa bile bu döngüyü nesilleri için kırmalılar. Her dönüşüme gebe olan yeni fikirler her zaman ciddi eleştiri almıştır. Bu eleştirileri görmeyen her dönüşüm yolcusunu tebrik ederim : )

- Zeynep Hanım, nihayetinde siz de bir kadınsınız. Üstüne bir de aile danışmanısınız. Kendi hikâyenizden yola çıkmışsınız tabii ama kitabın ne kadar içinde hissettiniz yazarken? Ya da ne kadar uzağında kalabildiniz bu tanıdık hikâyenin?

Her yerindeydim desem abartmış olmam : ) Çünkü bende bir kadın, bir eş ve bir anneyim. Ne kadar kitabı fantastik bir kurgu üzerine yazmış olsam da hayatımızın her anından bir alıntı var kitapta. Uzağında kalamadım, Platonia bendim, sendin, oydu; yani bir kişi değildi, tüm kadınların ortak sesi olarak yazmak istedim. Ne kadar başarılı oldum, bunu zaman gösterecek ama okuyucudan ricamı sizler aracılığıyla iletebilirim: Bu benim ilk kitabım, mutlaka eksiklerim yanlışlarım olacaktır. Hepsini devam edeceğim seride ciddiye alarak ilerleyeceğim.

Platonia ile Bael - Bir Evlilik Masalı kitabındaki bu yolculukta birilerinin yüzünde tebessüm olacaksak, en güzel ödülü almış olacağız : ) Acıyı tebessüme dönüştüren herkese sevgilerimle…  ÇZKARABAL.

Çiğdem Zeynep Karabal, Platonia ile Bael – Bir Evlilik Masalı röportajı

Platonia ile Bael – Bir Evlilik Masalı, Çiğdem Zeynep Karabal,

Profil Kitap, 168 Sayfa

*

Instagram: biyografivekitap