Vakanüvis yazdı: Açgözlülük tarihi
ensonhaber.com

Oyunlar, paylaşımlar, bir sisteme anında katılma, gerekirse hisse alma gibi bir çok “imkân” kullanıcılara cazip geliyor. Buna bir de açgözlülük eklendi mi, son sahnede tablo daha da ağırlaşıyor.

“TOSUNCUK” YARIM MİLYAR DOLAR ÇARPTI

İşte, beş yıl önce Çiftlik Bank isimli organizasyonu kuran Mehmet Aydın da bu zaafları sonuna kadar istirmar etmişti. İşleyişin mantığı; sanal kazanımlar ve benzeri ponzi oyunları üzerine kurulu, sisteme sonradan katılanın parasının daha önce katılana aktarıldığı bir dolandırıcılık şeklinde işliyordu. Çiftlik Bank sistemi, Mehmet Aydın tarafından Ağustos 2016’da Kuzey Kıbrıs’ta kurulmuştu. Kullanıcılara, internet üzerinden oynanan bir çiftlik oyununda satın alınan ve beslenen hayvanların Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde kurulan çiftliklerde üretim için kullanılacağı vadedilmişti. Aydın ve ekibi, katılımcılara zaman zaman bu çiftliklerde üretildiği ileri sürülen büyükbaş, küçükbaş ve kümes hayvanlarını gösteriyor, bunlar şirketin bayilerinde satılıyordu.

Şirket, protein değeri yüksek “mavi yumurta” üretimi ile katılımcılarına yüksek getiriler sağlayacağını  da vadediyordu. Sisteme ilk girenler, nispeten geri dönen paralarla mutluyken, “kolay para”nın kokusunu alıp organizasyona katılanların sayısı giderek artınca “saadet zinciri” de Mart 2018’de koptu. “Tosuncuk” olarak da anılan şirket kurucusu Mehmet Aydın, Uruguay’a kaçtı. Şimdi binlerce “mağdur” daha doğrusu “kolay para meftunu”, bozulmuş düzenlerinin bunalmışlığıyla adliyelerde giden paralarını alabilmenin uğraşını veriyor. “Tosuncuk” ise kaldırdığı 511 milyon dolarla gününü gün ediyor.

Vakanüvis yazdı: Açgözlülük tarihi

TİTAN SAADET ZİNCİRİ

Normal Şartlar Altında, yığınların Çiftlik Bank’ın kumpasına düşmemesi beklenirdi. Zira bu olaydan sadece 20 yıl önceki Titan Saadet Zinciri’nin vurgunu hala hafızalardaydı. Ama açgözlüler için N.Ş.A. kuralları pek geçerli olmuyordu. Titan, Kenan Şeranoğlu’nun kurduğu bir sistemdi. Bir katılım ücretiyle sisteme giriyor, sonra da “şirketin paranızı işletmesi ile kısa vadede çok yüksek kârlar elde ediyordunuz”. Tabiî, “peynir büyük, mesafe kısa”ydı. Hayatın olağan akışında böylesine kısa bir sürede böylesine büyük paralar kazanılamazdı. Şirketin elebaşlarının yaptığı, ilk katılanlara, yeni gelenlerin aidatlarını vermekten ibaretti. Misal, bin “mutlu katılımcı”ya, geriden gelen onbinlerin katılım için verdikleri kişi başı 2400 marklardan oluşan muazzam paradan ödemeler yapılıyordu.

Getiri bekleyen gruplarla da beş yıldızlı otellerde bol zıplamalı, bol alkışlı, bol slogan atmalı “motivasyon toplantıları” yapılıyor, kendilerine “Bekleyin, yeni yatırımlarımız var, getiriler bir süre sonra başlayacak” yalanları söyleniyordu. Toplam 35 bin üyeden oluşan saadet zinciri sonunda koptu. Organizasyon 1998 yılında devlet müdahalesiyle dağıtıldı. Büyük miktarda para buhar oldu, sorumluları ise kamuoyunda “Rahşan Affı” olarak da bilinen infaz yasasıyla bir bir tahliye oldu.

Vakanüvis yazdı: Açgözlülük tarihi

BANKALAR HORTUMLANDI, HEM ÜLKE HEM DE YÜZBİNLERCE MUDİ SOYULDU

28 Şubat’a doğru giden yıllarda başlayıp, yeni milenyuma girildiğinde sona eren “banka hortumlama” süreci de yüzbinlerce kişinim parasının çalınmasına yol açtı. Dönemde, sistem içinde sağlam görüntüleriyle var olan bankalar varken, “daha fazla kazanma hırsının esiri” pek çok insan birikimlerini nevzuhur ya da piyasada eski olsa derme çatmalığı bilinen bankaların “yüksek, çok yüksek faiz” reklamlarının etkisi altına girdi. Bu tip bakaların sahip ve yöneticileri zaten niyeti bozmuştu.

Bankalarına normal mevduat akışı da olsa onlar başta “off-shore” hesap oyunları olmak üzere bir çok finans numarasıyla bankaların içini boşaltacaklardı. Ancak sözkonusu yoğun mevduat akışı, hortumlamanın boyutunu daha da büyüttü. Son tahlilde ise tam 22 bankada kimi hesapalamalara göre 65, kimi hesaplamalara göre de 100 milyar dolar battı, buhar oldu. Yüzbinlerce mudi, giden paralarının peşinde adliyelerde yıllarını geçirdi hala da geçiriyor.

BANKER FACİASI: YÜKSEK FAİZ, BÜYÜK KAZIK

Türkiye’de, kolay para kazanmanın “en kurumsal” yönetemlerinden biri olarak görülen faiz geliri sağlama, 1970’lerin sonları ile 1980’lerin başlarında bir kez daha yakıcılığıyla, yıkıcılığıyla gündem olmuştu. Ülke 1970’lerin ortalarından itibaren anarşi çukurunda debelenirken, ekonomi de elbette berbat durumdaydı. Bu kaotik ortamda elinde parası olanların önemli bir kısmı ise paralarını ekonomi çarkına üretim ve istihdam olarak değil rant aracı olarak kullanmayı tercih ediyordu. Ancak uzun yıllar çok düşük faiz oranlarıyla mevduat toplayan bankalar, bu çevrelerin yüksek getiri beklentilerini karşılayamıyordu. İşte bu boşluğu fark eden kimileri, “banker” kimliğiyle piyasaya girmeye başlamıştı. Bankerler yüksek faiz vadediyordu. Devletin televizyonunda ünlü oyuncular, şarkıcılar, sunucular banker reklamlarıyla boy gösteriyor, vatandaşı paralarını bankerlere yatırmaya çağırıyordu. Sonunda “beklenen son” gerçekleşti.

Toplanan paranın üretime, istihdama, reel sektöre katıldığı filan yoktu. Bankerlik sistemi, önceleri - tıpkı diğer “saadet zincileri”nde  olduğu gibi - ilk gelenlere, sonradan gelenlerin parasından getiri sağlıyordu. Kurumsal bankalar da kendi tahvillerini satan bankerlerle kirli bir ilişkiye girmişti. Değerli kağıdı satıyor, sonrasına bakmıyor, günü gelince de bankerin kendisine ödeme yapmasını bekliyordu. Süreçte 12 Eylül darbesi olmuş, Ulusu Hükümeti, olayın daha fazla böyle gitmeyeceğini farkederek bankerlik sistemini zaptu rapt altına almayı amaçlayan bir dizi düzenleme getirmişti. Doğal olarak pek çok “banker” yeni şartlara uyum sağlayamamıştı. 1982 ilkbaharından itibaren peş peşe banker iflasları yaşandı. Yaklaşık 250 bankerin batışıyla 300 bin civarında kişinin 1982 rakamlarıyla 62 milyar lirası yok olmuştu. Olay büyük boyutluydu, gelişmeler üzerine Başbakan Yardımcısı Turgu Özal istifa etmek zorunda kalacaktı. Banker faciası nedeniyle hem batan bankerler arasında hem de parasını kaptıranlar arasında bir çok intihar vakası  görülmüştü. Yine, bazı bankerler ve çalışanlar da kızgın mudilerin saldırılarına hedef olarak hayatını kaybetmişti.

GALATA KÖPRÜSÜ’NÜN SATILAMAYACAĞINI KİM BİLMEZ?

1960’ların İstanbul’unda Anadolu’dan gelen tüccarları gözüne kestiren Osman Ziya Sülün, “Sülün Osman”, şehrin tarihi saatlerini, tramvayları, Galata Kulesi’ni, Galata Köprüsü’nü “satmasıyla” ünlü olmuştu. Sülün Osman sözkonusu olduğunda hep dolandırıcılık tarafı vurgulansa da işin kolay yoldan para kazanma tarafı da bir vakıaydı. Zira, hangi çağda olursa olsun bir şehrin kamuya ait olduğu aşikâr yapılarının rastgele, ayak üstü, bir şahsa satılamayacağı izahtan vareste olmasına rağmen, bu azılı dolandırıcı hemen her defasında dolandıracak paralı insanlar bulabiliyordu.

Çünkü muhatapları zaman zaman şüphelenseler de son tahlilde “köprü satın alıp, gelenden geçenden para toplayacağını” filan hayalleniyordu. Kolay, çabuk para kazanma hırsı gözlerini karartıyordu. Tabii ki öyle olmadı. Birçok zengin insan Sülün Osman’ın ağında düştü, parasını kaybetti. Sülün Osman ise 1962 yılında bir kez daha “Galata Köprüsü’nü satarken” tesadüfen yakalandı. Ona para kaptıranlar ise hiçbir şey alamadı.

Vakanüvis yazdı: Açgözlülük tarihi