Fikirci Bey yazdı: PARTİLEŞEMEYEN PARTİ
Özel Yazı

Siyasi partiler demokrasinin ana direğidir, sonuçta parlamento da, hükümet de onların içinden çıkar. Genelde ne kadar çok parti varsa o kadar iyidir.

MaşAllah ülkemizde parti sıkıntısı bulunmamaktadır.

Resmi palavralara fazlaca kaptıranlar Türklerin ilk meclisinin 23 Nisan 1920’de açılan meclis olduğunu sanır.

Orta Asya’daki “Kurultaylarımız” ve Osmanlıdaki “Divan-ı Hümayunlar” başta olmak üzere, meclis kavramı dilimize girdiğinde bizim hâlihazırda birkaç bin yıllık “istişare” geleneğimiz vardır.

Pek çoğumuz Osmanlı’da 20’den fazla parti olduğunu, adında “sosyalist, komünist, iştirakiyün, amele, işçi, çiftçi” gibi sözcükleri geçen on kadar partinin 1920’den önce kurulduğunu bilmeyiz.

1876 seçimlerinde (evet genel seçimler) henüz siyasi partiler kurulmamıştır ama 1908 ve müteakip seçimler çok partilidir.

CHP 1923’te kurulduğunda Türkiye’nin epey bir demokrasi, meclis ve parti deneyimi vardır. CHP Türkiye’ye demokrasiyi veya parlamenter sistemi getiren parti olmadığı gibi, İstanbul meclisinin devamı olan birinci meclisten sonra, 2. Meclisten itibaren CHP tek parti alt yapısını hazırlamış ve Türkiye’de çok partili demokrasiye son vermiştir. 1946 “sopalı seçimlerine” kadar da tek parti diktasını sürdürmüştür. Yani 1923-46 arası “Türk halkı henüz çok partili sisteme hazır olmadığı için” değil, CHP diktasının canı öyle istediği için çok partili sisteme “geçilmemiştir” (aslında “geçilmemiş” değil, “dönülmemiştir”)

Seçim en az iki farklı şey arasından yapılır, seçilecek ikinci bir şey yokken yapılan seçimlere demokrasilerde komedi denir. Modern dönemde Türkler gerçek seçme ve seçilme hakkını 1950’de kazanmıştır. Türkiye’de ikinci bir parti olmadığı dönemde kadınlara seçme ve seçilme hakkı demek “kadınlara da CHP’yi seçme hakkı vermek” demektir. Ayrıca zamanın feministleri CHP’nin bir kadın kolu kurması için başvuruda bulunurlar ama reddedilir.

Amacım Türkiye’nin siyasi partiler tarihini özetlemek değil elbette. Ancak başından itibaren CHP’nin bildiğimiz anlamda bir “siyasi parti” olarak kurulmadığını görmek lazım. Siyasi bir parti bir program hazırlar ve halka kendini beğendirmeye çalışır. Oysa bizim CHP’ye halk beğendiremezsiniz. Çünkü CHP bir siyasi parti olarak değil, bir toplum mühendisliği projesi olarak kurulmuştur. Tam da bu nedenle çok partili sisteme geçildiği günden beri CHP’nin kimyası bozulmuştur. Halka kendini beğendirmek gibi temel bir misyonu bile kabullenememiştir. Vesayet sayesinde toplum üzerindeki etkisini darbeler aracılığı ile perde arkasından sürdüren CHP, 2007 ve sonrasında vesayetin etkisinin büyük ölçüde geriletilmesi ile iyice bozulmuş ve topluma ayak uyduramaz hale gelmiştir.

Bugünkü CHP’nin “kuruluş ayarları” ile bağlantısı kalmamıştır, zaten kuruluşuna neden olan koşullar çoktan ortadan kalkmıştır. 1930’ların ilericisi, ilerleme mantığı içerisinde bugün gericidir. Ya da 1930’lardan beri bir arpa boyu yol gitmediğimize inanmak gerekir ki, o da CHP projesinin tamamen başarısız olduğu anlamına gelir ve bu da doğru değildir.

Günümüzde CHP bir gayya kuyusuna dönüşmüştür. “Kuruluş değerlerini” savunanlar akronik (zaman dışı) kalmış, sosyal demokrasi de CHP’ye kısa bir Ecevit dönemi dışında hiç uğramamıştır.

Geçmişine baktığımızda bugün Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başında olması anlaşılır bir şey değildir. Sözüm ona “okumuşların”, “profesörlerin” partisini yöneten kişi vasat bir aydının bile çok çok gerisinde, siyasi anlamda birikimsiz, sığ bir kişiliktir. Acaba CHP’li bir profesör var mıdır ki Kılıçdaroğlu’nun söylediklerine hayran kalsın? Hatta bir ortamda görse oturup onunla muhabbet eder mi?

Peki, CHP neden bu vasat altılığa mahkûm? Neden birikimli ve karizmatik bir lidere sahip olamıyor?

Kılıçdaroğlu nasıl geldi ve neden değiştirilemiyor?

Değiştirmek isteyenler kurultaya gitmek istedi, birtakım ayak oyunları ile imzalar geri çektirildi.

Bir buçuk yıldır da “erken seçim” safsataları ile partinin kurultaya gitmesi önleniyor.

Kılıçdaroğlu’nun yükselişi önlenemiyor

Tabanda karşılık bulan Belediye başkanları eleniyor, kamuoyu yoklamalarından onların dörtte biri kadar oy almayan Kılıçdaroğlu tek kalıyor.

Kılıçdaroğlu ise elektriği kesilmemiş evde gaz lambası ile dolaşıyor, nüfusu iki buçuk milyondan biraz fazla Katar’a iki buçuk milyon koyun sattığımızı söyleyebiliyor ve hepsinden vahimi, popülaritesine yaklaşamadığı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ülkeden kaçacağı iddiasında bulunuyor, hem de ABD’ye… Cumhurbaşkanının kendisine defalarca operasyon yapmış, sonunda darbe ve suikast düzenlemiş bir ülkeye kaçacağını söyleyerek kendi partisindekileri bile utandırıyor…

Kılıçdaroğlu’nun gündemi, halkın da, muhalefetin de gündemi ile çakışmıyor.

Kılıçdaroğlu ne yapmaya çalışıyor?

Hayatına normal bir siyasi akım olarak değil de bir toplum mühendisliği projesi olarak başlayan CHP, neden bir türlü normal bir siyasal partiye dönüşemiyor?

Neden hala toplum mühendisliği için, algı yönetimi için “kullanılabiliyor”?

Öyle yapılandırıldığı için mi?

@kalemciler