Müjde Alganer, son romanı Ziziro’yu anlattı
Özel İçerik

Müjde Alganer

Ziziro, Kıbrıslıların dilinde Ağustosböceği anlamına geliyor. Müjde Hanım, Kıbrıslı bir annenin kızı ve çocukluğundan kulağında yer eden Ağustosböceği sesleri ve annesinin her seferinde “Bak bunlara Ziziro derler” cümlesi etkili olmuş kitabın adında. Aslında anlatımında kullandığı metaforlara bakılırsa, başka bir isim düşünmeye de gerek yokmuş doğrusu…

HEP KENDİME AİT BİR DÜNYANIN ÖZLEMİNİ ÇEKTİM

- Sizi, sizden dinleyerek başlayalım mı? Müjde Alganer kimdir?

Müjde Alganer, senelerce kurumsal ortamlarda çalıştı. Sonra ikinci bir evrene adım attı. Özlediği eğitimleri aldı, aylaklık yaptı, arada iki çocuk dünyaya getirdi. Annem Kıbrıslı babam İstanbullu; ama Ankara’da doğdum, büyüdüm ve ODTÜ İşletmeyi bitirince iş yaşantısına Akbank’ta başladım. Allahtan o dönemler bankacılık krizi yaşandı ve ben bankacılığı bıraktım, reel sektöre geçtim. Düşe kalka yollardan geçerken hep kendime ait bir dünyanın özlemini çektim. Mesaili saatler, mecburiyetler ve esir vakitlerden sonra özgür ruhumun sesini dinledim ve kendime sevdiğim işle meşgul olma fırsatları yaratmaya başladım. Şimdi bir yandan editörlük yapıyorum, yazar koçluğu yapan küçük bir işletmem var; bir yandan da yazmaya devam ediyorum.

Müjde Alganer son romanı Ziziro’yu anlattı

- Yazmaya ne zaman ve nasıl başladınız?

Hep günlük tutardım. Bir sürü kursa katıldığım bir dönemde yurt dışından gelen bir enerji uzmanının üç günlük seminerine katıldım. O dönem bu tür çalışmalara çokça meraklıydım. Türkiye çapında ilgi gören bir kitabın yazarı ve alanında iddialı bir Amerikalı uzmanın verdiği üç günlük bir seminerdi. Çok değişik bir deneyimdi benim için. Aradan kısa bir süre geçti geçmedi bir gece adam rüyama girdi ve elimi tutup bana “Bence sen yazmalısın” dedi. Sonra ben yazmaya başladım.  Böyle ilginç bir anım var. Sene 2009…

- Oldukça ruhani bir başlangıç olmuş gerçekten. Peki bir yazma rutininiz var mı?

Editörlük de yaptığım için hep yazıyla iç içeyim. Okumadan, yazmadan günüm geçmiyor. Bir romana başladığımda ise, biraz sancılı bir döneme giriyorum. Kafam hep onunla meşgul oluyor ister istemez. Karakterler benim yaşamımın konukları oluyorlar, onlarla yiyip içip, yatıp kalkmaya başlıyorum. Patolojik bir durum bu aslında; bütün yazma sevdalılarını pençesine alan küçük çapta bir hastalık.

- Nasıl yani?

Bir tür yalnız başına kalma, bu kalış sırasında kendini eğlendirme, bazen kendini beğenmeme, bazen yerden yere vurma, bazen keşfedişin heyecanıyla coşma, hatta kendine bile isteye acı çektirme durumları…  Ayrı kaldığımda da yazdıklarına bir an evvel kavuşma telaşı!  Bunlar çevremde yazmanın kapanına düşmüş arkadaşlarımda da gördüğüm örüntüler. Yani yalnız değilim. Ama yazmak saf bir yalnızlık, yalnız olmaya gönüllü olarak razı gelinen ayrık zamanları işaret ediyor.

Müjde Alganer, son romanı Ziziro’yu anlattı

AĞUSTOSBÖCEĞİNİN, KIBRISLILAR TARAFINDAN BİLİNEN İSMİDİR ZİZİRO

- Kitabın arka kapağında okurunuzu zeytinli ve cırcır böcekli bir hikâyeye davet ediyorsunuz. Bu ne tatlı bir davet… Bir “ama” da barındırıyor tabi, değil mi?

Aslında onlar kitabın ana metaforları. Hikayemiz çiçekli böcekli, toz pembe bir dünya vaat etmiyor. Bilakis dünyayı olduğu gibi kabullenmekte, kendi hikâyelerini sahiplenmekte zorluk çeken bir başkarakter var. Arkasında da ona hayatı anlatan, anlamlandıran iki güç…

- Sonra da “Bu hikâyeyi bir bitki yazdırdı” diyorsunuz. Romanın büyülü bir hikayesi olduğunu hissetmemek elde değil. Bizimle paylaşır mısınız?

Gerçeküstü birkaç öğe var. Bunlardan biri evde saksıda yetiştirilen ve “Evladiyelik” diye anılan meyve vermeyen bir zeytin ağacı. Senelerce aileyle birlikte olduğu için kahramanımız (Diren) onu bir bakıma bir kayıt nesnesi olarak algılıyor. Onun dallarının arasında oturduğunda hafif halüsinatif geçişler yaşıyor. Bu aslında benim de başımdan geçen bir deneyim; ama kahramanın başından geçtiği gibi olmadı. Bitkilerin zekâsının, insan ve hayvandan gayri olduğunu düşünmüyorum ve onların farkında olmadığımız zekâları ile ilgili son dönemde yazılan çok kitap var. Birbirleriyle iletişim kurdukları gibi birlikte yaşadıklarıyla da bağ kuruyorlar. Ve bu bilgi, benim yaşadığım deneyimle birleşerek kitapta kendine yer buldu.

- Peki romanın adı neden Ziziro oldu? Nasıl karar verdiniz?

Benim annem de Kıbrıslı ve biz ne zaman yazın birlikte Kıbrıs’a gitsek,  fondaki zırıltıya dikkatimi çekip bak bunlara “Ziziro” derler derdi.  Aklıma yerleşmiş bir kere. Ağustosböceğinin, Kıbrıslılar tarafından bilinen ismidir Ziziro. Hangi Kıbrıslı’ya sorsanız bilir. Tabii namı diğer Ağustosböceği! Kitabın ana hatlarını çıkarıp isim aradığım bir dönemde, Kıbrıs’lı anne karakterinin, çok soru soran zihni susmak bilmeyen kızı Diren’e verdiği isimden yola çıkarak, Ziziro’nun kitabın ismi olması gerektiğine inandım. Evet, telaffuzu biraz zor ve bilinen bir kelime değil; ama kahramanımız da sıra dışı, birbirlerini tamamladılar sanırım.

Müjde Alganer son romanı Ziziro’yu anlattı

EVET, ACI BİZİ MUTLULUKTAN SANIRIM DAHA ÇOK BESLİYOR

- Romanı yazma sürecinizden de bahsedelim mi biraz? Nasıl geçti hazırlık süreci?

Bir seneyi aştı bu romanı yazmam. Sonunu bilerek başlamadım; ama başlarken bir niyetim vardı. Bu da hayata değer katanların, aslında “beklentilere” uymayan insanlar olduğunu anlatmaktı. Konuyu kadınlık, evlilik, ilişkiler, hatta gey hayatlar üzerinden işlemeyi düşünüyordum. Ayrıca mutsuz aile ortamları ve bunların çocuklar üzerinde yarattığı travmalar da bu niyetin içindeydi. Bu niyetleri karşıma koydum ve üstünden defalarca geçtim.

- Neler okudunuz bu süreçte? En çok hangi konuda araştırmalar yaptınız?

Her telden okudum aslında. Bu kitaba özel bir araştırma yapmadım. Fransız kültüründe çocuk yetiştirme ile ilgili bir kitap ve bitki zekası ile ilgili okuduğum bir kitap sanırım faydalı oldu.

- Müjgan, sıra dışı bir anne ve Diren de onun kızı! Bu anne-kız neyi arıyor diye sormak geldi içimden?

İkisi de ait hissetmedikleri, kendi olamadıkları ortamlar, ilişkiler içinde kendilerine özgürlük alanı açmaya çalışan kadınlar. Sıra dışı bir anneniz varsa, hayat o kadar kolay olmuyor aslında… Diğer annelerden farklı profil çizen belki de kızı tarafından bile ayrıkotu muamelesi gören bir kadının kızı olmak, toplumun adetleri, beklentileri karşısında hem savunmasızlık hem de yalnızlık yaratıyor. Bir yandan da ayrıcalık… Fakat bu ayrıcalığın fark edilişi, zamana ihtiyaç duyuyor. İkisi de hem ait olmak hem de kendi olmak meselesi etrafında dönüp duruyorlar. Bir yandan da hayatın gerekleri var. Bunların içinde kendi yöntemlerini keşfederek ve “kendileri gibi” var olmaya çalışarak, düşe kalka ilerliyorlar.

- Peki Müjgan neden bu kadar mutsuz? Ve Müjgan’dan yola çıkarak hepimiz adına soruyorum aslında; neden kendini daha da mutsuz olmaya çeken bir yanı var?

Aslında Müjgan mutsuz bir evlilik yapmış; ama mutsuzluğundan beslenerek var olmaya çalışmıyor. Bir süre sonra koşullarını, seçimlerini kabulleniyor ve kendince yöntemler keşfediyor. Kabullenişi sırasında istemeden mutsuz ettiği kızını, hayata karşı daha dirençli, daha etkili yetiştirmek için ona devamlı gerçekleri hap yapıp veriyor, hatta biraz fazla direkt bir kadın olduğu için kızı tarafından devamlı görmezden geliniyor. Öte yandan sorunuzda şunu görüyorum, acıdan mı besleniyoruz? Evet, acı bizi mutluluktan sanırım daha çok besliyor; ama beslendiğimiz acıların peşine düşmek yerine, onları başka bir şeye evirmeyi, çevirmeyi öğrenmek lazım sanırım. Kahramanlarımız bunu ne kadar becerebiliyor onu size sormalı…

Müjde Alganer son romanı Ziziro’yu anlattı

“HAYATA DEĞER KATANLAR KİMLERDİR?” SORUSUNUN PEŞİNDEN GİTTİM


- Annelik, genç kızlık, kadının arayışları ve hayatta kalma çabası üzerine oldukça ilginç yaklaşımda bir roman yazmışsınız. Kullandığınız metaforlar da romana daha çok bağlıyor. Bu tarz bir anlatımı seçmenizin özel bir sebebi var mı?

Özel bir sebebi yok; ama şunun üzerinden gidiyorum: Evren sırlarla dolu, insan, bitki, böcek her şey birbirine bağlı ve iletişim halinde. Ve biz mesela Ağustosböceklerinin sadece asal sayılara denk gelen günlerde dünyaya çıktıklarını ve kısa bir süre sonra öldüklerini, aslında Karınca ve Ağustosböceği hikâyesinin çeviri hatası olduğunu bilmiyoruz. Yani karşımıza çıkmadıysa ya da araştırmadıysak bilmiyoruz tabii. Hayatın farklı damarları üzerinden annelik, kadınlık ve varoluşu anlatırken onları doğayla bağdaştırmak arzusu vardı belki de geri planda...

- Peki bu romanı yazarken, siz hangi sorunuzun cevabını bulmayı amaçladınız?

“Hayata değer katanlar kimlerdir?” sorusunun peşinden gittim temelde. Üç karakter (Müjgan, Diren ve Jan) de bu sorunun cevabıydılar.

- Romanda anlatımınıza Diren karakteri üzerinden matematiği de dâhil ediyorsunuz. Matematiksel terimlerle kuruyorsunuz cümlelerinizi adeta. Peki bu neden?

Bu deneysel bir girişimdi. Matematik Öğretmeni bir kadın, hayatı bu pencereden anlatsaydı nasıl anlatırdı merakımın sonucu. Bir ilişkiyi üçgenle anlatsaydım nasıl anlatırdım gibi kendime dert edindiğim bir girişimdi.

- Eski sözcükleri de kullanıyorsunuz. Sever misiniz eskileri okumayı? Ya da sözcükleri taramayı?

Severim. Bazı duyguların anlamına ait Türkçe karşılıklar bulamayınca Arapça, Farsça veya farklı kökenlerden gelen unutulmuş; ama işte tam da o duyguyu birebir veren bir kelime ile karşılaşmak beni heyecanlandırıyor.

Müjde Alganer son romanı Ziziro’yu anlattı

OLAY ÖRGÜSÜ TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜ

- Şöyle bir cümle var romanda, çok ilgimi çekti: “İnsanların, hayatlarında özlem duyduklarını sandıkları şey, kolayca zindanları haline gelebilirmiş”. Bu cümle üzerine biraz konuşmak, size bu cümleyi yazdıran düşüncenizi paylaşmak ister misiniz?

Özlenilen şey insanı esir edebilir ve bir süre sonra bu esaretin pençesinde kim olduğunu, ne istediğini, gerçek ihtiyaçlarını kolayca unutup, bunu unuttuğunu bile fark etmeyebilir. Çok arzuladığımızı sandığımız ve ona kavuşunca ‘bütün’ olacağımızı zannettiğimiz şey ya da şeyler aslında bir süre sonra küçük çapta bir mahpusa dönüşebiliyor. An gelip bu fark edildiğinde ise, bazen geç kalmışlık bazen de azimle yeniden başlama hevesi peyda olabilir. Bu, takılıp kaldığınız noktayı neye dönüştürmek istediğiniz, hayatı nasıl anlamlandırmaya karar verdiğinizle ilgili, kaotik bir içsel döngü.

- Zamansız bir yolculuğa davet ettiğiniz bu roman, sizce en çok kimleri çekecek? Ya da kimlere hitap ediyor?

Bence 16 yaştan itibaren herkesin ve özellikle kadınların, anne kız hikâyelerini sevenlerin hoşuna gideceğini düşünüyorum.

- 12. Bölüme “Koşulsuz Sevgi” adını vermişsiniz. Sormak istiyorum, birini koşulsuz sevmek gerçekten mümkün mü?

Evet, bence mümkün… ‘Onun’ öyle ya da böyle olmasına bakmadan, beklentilerinizi karşılamasını umursamadan, olduğu gibi kabul etmek, sevmek mümkün. Evet, biraz mazoşistçe; evet, acıyla yoğrulmuş gibi duruyor; ama öyle.

- Romanda bir yandan da otobiyografik bir lezzet de alıyor insan. Sizi yansıtan yerler de var mı, yoksa tamamen kurgu mu?

Hikâye tamamen kurgu! Ama benim de 19 yaşında bir kızım var. Kızımın ergenlik sürecinde yaşadığım birçok olaydan ilham aldığımı söyleyebilirim. Tabii benim de sıra dışı Kıbrıslı bir annem var, bu da başka bir kaynak. Fakat olay örgüsü tamamen hayal ürünü…

- Başka çalışmalarınız da var mı? Yeni bir roman hazırlığı mesela?

Evet, var. Evlerin, ilişkilerin ortasına bomba gibi düşen bir gerçeği -bir sorunu ele alan bir roman taslağı üzerinde çalışıyorum. Bu eksende kadınlar, erkekler, çocuklar ve kadın problemleri merkezinde farklı kurguda günümüze ait bir roman olacak…

: Teşekkür ederim.

Müjde Alganer: Teşekkür ederim.

Müjde Alganer son romanı Ziziro’yu anlattı

Ziziro

Müjde Alganer

Artemis Yay.

S.: 200

Kitabı satın almak için tıklayınız: idefix

*

Instagram: biyografivekitap