Hakan Yel ile 9. romanı
Özel İçerik

Hakan Yel

Hakan Yel, gerçekten de ilginç bir karakter. Biz yazdığı 9. Roman için bir araya geldik; ama eminim siz onu birçok işte birden çalışmış kimliğiyle de ilgi çekici buluyorsunuz. Elbette Bir Daha’dan ve konusundan konuştuk. Ama bunun yanında ilk romanının başına gelenleri, ilk zamanlar annesinin o romanı kendisinin yazdığına inanmayışına kadar pek çok şeyden de bahsettik. Bence en özeli, Bir Daha’yı, şu an 5 yaşında olan oğlu Alp için yazmış olması. Kendisini en çok bu özel nüans sebebi ile tebrik ediyorum sanırım. Ucundan kıyısından bir parçası oldum; ne mutlu!

İşte keyifli sohbetimiz…

BÖYLE BİR TUHAF HİKAYEDİR YAZARLIĞA GİRİŞİM


- Klasik olarak başlayalım: Hakan Yel kimdir?

Çok işte çalışmış, çalışmayı çok seven biriyim. Odaklanamama sorununu aynı anda birden fazla işle ilgilenerek çözmeye gayret ederim. Saklamak lüzumsuz; iç dünyamda, eskilerin deyimiyle "şedit" ama "pek şedit" bir insanım. Kendi doğrularım var ve onları takip ederim. Etkilenmem, yönetilmem. Çok iyi bir takım oyuncusuyum ama takımın lideriysem. Aksi takdirde tek başına çalışmayı tercih edenlerdenim. Kalan çok zamanım olmadığını düşünür az uyurum. Belki de gerçek bir asosyalim, bilemem; ama kolay ilişki kurar, zor güvenirim. Toparlamak gerekirse şöyle başlıklar karakterim hakkında fikir verebilir; Biraz titiz, çokça huysuz, bir yerde uzun süre oturamayan, kalabalıklardan uzak durmaya çalışan, önyargılarıyla savaşan, iklim değişikliğini ciddiye alıp gelecek için endişelenen, hayvanlara dokunmayan ama onların haklarına saygı duyan, en büyük derdi kötü ebeveynlere sahip veya ebeveynlerini kaybetmiş çocuklar olan, pek de renkli olmayan, kendi halinde, sıradan, Türkçeyi çok önemseyen, öğrenmeyi, yazmayı ama ille de okumayı seven, kendi jenerasyonunun yarattığı kabalıktan tiksinen bir insanım.

Hakan Yel ile 9. romanı “Bir Daha” ve ilginç yaşamını konuştuk

- Yazmaya ilk ne zaman ve nasıl başladınız?

Neredeyse yirmi yıl önce 1999 yılında gittiğim bir kursta Selim İleri ile tanıştım. Bir gün konuşma arasında "Sen niye yazmıyorsun?" diye sordu. Anlatınca çok havalı duruyor; ama ben dalga geçtiğini anlayamamış, ciddiye almıştım. Koskoca devlet sanatçısı, edebiyatın önemli isimlerinden biri, onca başarının üzerindeki adam, tahtından aşağıda sıradan kalabalık arasında deliren birine parmağıyla işaret edip "Yaz" diyor. Kolay mı bununla mücadele etmek? Hoş, hala gerçekte hangi amaçla bunu söylemişti bilmem. Fakat ben kolları sıvadım ve hiç bir altyapısı olmayan saf bir genç adamın aptallıklarıyla düşe kalka işe başladım.

- Peki sonra neler oldu?

2004'te romanı (Sultana Dokunmak) tamamladım; ama hiç kimse basmak istemedi. Evimin eşyalarını satıp 2.000 kitap bastırdım. Defolu bastıklarını aynı gece fark ettim. O gün 50’ye yakın kitap eşe dosta dağıtmıştım. Sonra "Hiç olmazdı böyle ama hallederiz" dediler; hallettiler. Baktım yine üç sayfa defolu. Yıldım. 1950 kitabı çöpe attım. Aynı gün bir de soyuldum mu! Üzerimdeki kıyafetle anneanneme sığındım. Böyle bir travmayla başladı yazarlığım. Sonra uyudum, sadece uyudum.

- Zor bir başlangıç olmuş gerçekten? Ya sonra?

On, on beş gün sonra bir abimiz aradı: "Bu kitap çok güzel, ben bunu Altın Kitaplar'a önermek isterim" dedi. Ciddiye bile almadım. Fakat gerçekten de 3-4 hafta sonra Altın Kitaplar beni imzaya çağırdı. Hayatımın en önemli on günü varsa biri o gündür. O kitap Bulgaristan, Romanya ve Mısır'da da basıldı. Böyle bir tuhaf hikayedir yazarlığa girişim.

SEVMEDİĞİM, ENERJİMİ EMEN İNSANLARDAN USTALIKLA KAÇTIM


- Çok ilginç bir kariyer grafiğiniz var doğrusu. Bu süreci sizden dinleyebilir miyiz? Hangi işlerde çalıştınız?

Beşiktaş pazarında havlu, tavuk, su satmakla başladım. Koltuk döşemeciliği, protez diş atölyesinde çıraklık, tezgahtarlık, lunapark‘ta biletçilik - makinistlik, özel şoförlük, pazarlamacılık, toptancılık, garsonluk, restoran işletmeciliği, satış müfettişliği, konvansiyonel tarım üretim ve satış, organik tarım üretim ve satış, eğitimcilik, danışmanlık, inşaatçılık, senaristlik, ayakkabı tezgahtarlığı, gece kulübü yöneticiliği, paspas üretim ve satışı,  en sonunda da yazarlık. İnsan deli olur, öyle değil mi?

- Öyle gerçekten siz sayarken insan yoruluyor. Peki neden bu kadar çok iş?

Açıkçası bir yol gösteren yoktu ve ben bana ters gelen hiçbir şeye eyvallah demiyordum. Bazen işten soğuyordum bazen patrondan. Bu böyle gitti. Almanya'da beş çocuklu işçi bir bekar annenin İstanbul'da tek başına didinen oğluydum. Yaşamak için para kazanmam gerekiyordu. Travmalarla dolu bir karakteri kontrol altında tutmaya çalışan sıradan bir gençtim. Kendimi hayatın akışına ve içgüdülerime bıraktım. Sevmediğim, enerjimi emen insanlardan ustalıkla kaçtım.

Hakan Yel ile 9. romanı “Bir Daha” ve ilginç yaşamını konuştuk

(Hakan Yel'in ilk romanı)

ANNEM ZATEN KİTABI BENİM YAZDIĞIMA İNANMIYORDU


- 2004’te, Cosmopolitan’da kadın erkek ilişkileri üzerine yazılar yazarak başladınız profesyonel yazılarınıza değil mi?

Roman (Sultana Dokunmak) yazma sürecinde arkadaşım benden dergi için yazı isteyince karşı koyamadım. Ne yaptığını pek bilmeyen acemi biri için iyi bir deneyim fırsatıydı. Ben de o günün aklı ve deneyimleriyle yazmaya başladım. Bir müddet devam ettikten sonra da bıraktık. Hiçbir yayınevinin basmak istemediği kitabım basılmış, orada burada röportajlar, fotoğraflar çıkıyor. Şaşırtıcı bir deneyimdi tabii, bir müddet zafer sarhoşluğu yaşadımsa da editörüm Hülya Şat'ın "Belki de başka kitap yazamazsın, olabilir, tek kitapla kariyer kapatan yazarlar var" lafı beni yerime oturttu.

- Ne hissediyordunuz?

Çok korkmuştum. Annem zaten kitabı benim yazdığıma inanmıyor "Oğlum bak bana doğruyu söyle, bizi el aleme maskara etme!" diye beni sıkıştırıyor. Aynı dönemde televizyonda bir dizide evin oğlu on kitap alıp birleştirerek kendine kitap yapıyor sonrası rezillik tabii. Annem bunu kafaya takmış. Benim gibi işte dikiş tutturamayan biri yazar olsun, saçma geliyor kadına. Bu arada hakikaten ikinci kitap diye bir şey düşünmemişim, aklım boş. Çıldırıyordum neredeyse. Sonra aklıma Marmaris’teki Restoran deneyimim geldi ve Lokanta'yı yazdım. Lokanta çıktığında biraz dikkat çekti. Ezel Akay kitabı beğendi, film yapmak istedi. Tam o günlerde Nermin Hanım beni buldu, kitaplarımın yurtdışında ilgi çekeceğini söyledi. Güzel günlerdi. Önce Bulgarca‘ya sonra Romence’ye en son da Arapça‘ya çevrildi.

- Bir önceki iş konumuza gönderme yaparak, peki ne olmak istediğinizi sonunda buldunuz mu? Yoksa hala arıyor musunuz?

Yok, yanlış olmasın; ben ne istediğimi çok iyi biliyordum; ama hayat beni dinlemiyordu. Yazar olma işi ortaya çıkmadan önce; hakkımı yemeyecek, emeğimin karşılığını verecek dürüst bir patron arıyordum. 1999 da yazarlık işi hasbelkader başlayınca sadece okumak ve yazmak istedim. Bu değişmedi. Ancak işi gücü serip ben yazar olacağım, diye eve kapanma lüksüm yoktu. Kirada oturuyordum ve her şeyimi kendim karşılamak zorundaydım. Dolayısıyla ekonomik şartlar ikisini bir arada götürmem gerektiği konusunda bana zorla yol gösterdi. Bir şey değişmedi. Hâlâ ömrüm yeterse önümüzdeki on beş yıl çalışmam gerekiyor çünkü oğlum Alp henüz 5 yaşında!

Hakan Yel ile 9. romanı “Bir Daha” ve ilginç yaşamını konuştuk

MUTLU OLMAK! BANA GÖRE EN BÜYÜK BAŞARI BU!

Sizce hayatta en büyük başarı ne ya da bunun sırrı?

Mutlu olmak! Bana göre en büyük başarı bu. Bundan başka ve büyük bir başarıyı benim aklım almıyor. Çok ama çok zengin insanlar gördüm, evlerine girdim çıktım, çok ama çok fakir insanlar da gördüm, evlerinde kaldım. İkisinin de mutluluk getirme garantisi olmadığını gördüm. Kalbiniz temizse paralı ya da parasız olmanızın bir önemi yok. Kalp kirliyse, zengin ya da fakir çok mutsuz yaşıyorsun. Mutlu olma başarısının sırrına vakıf mıyım bilemiyorum; ama bana göre kimseye kötülük yapmamak, inandığın gücün yerine insanları yargılamamak, doğa için şükretmek ve onu kirletmemek, iyi bir insan olmak, çalmamak, diğer insanlara destek vermek mutluluğa giden yollardan bazıları olabilir.

ASLINDA MESELENİN ÖZÜ YARATICILIKLA İLGİLİ


- Gerilim romanı, tarihi roman, aşk romanı, politik-gerilim romanı, hatta kişisel gelişim türünde yazmışsınız. Pek çok türde yazmayı deneyecek misiniz?

Ben onu da yazayım bunu da yazayım diye yola çıkmadım işin doğrusu. İlk başta sadece gerilim yazayım diye de bir kararım yoktu. Hatta tek konuda yazan yazarlara gözüm takıldı ve kitaplarının tekrara düştüğünü, sıkıcı olduğunu fark ettim. Aslında meselenin özü yaratıcılıkla ilgili... Vizyonunuz genişse, yaratıcılığınız zenginse tek türde de benzersiz yazabilirsiniz.

- Peki nasıl karar veriyorsunuz ne yazacağınıza?

Ben hesap kitap yapmadan yazarım. Tarih okurken 1914’te iki tarafın çektiği acılar beni derinden etkiledi ve kendimce o zamanların bir Türk ve bir Ermeni köyü arasındaki çatışmayı anlatmaya giriştim. Bir gün bir sahne gördüm; adam uyanırken kalkmak istedi ve bir anda yere düştü. Ne olduğunu anlamaya çalışınca bacaklarının yerinde olmadığını fark etti. Uykuda her normal insan gibi kendi dehşetini unutmuştu. Bağırınca annesi koştu geldi ve yerde onu o halde görünce acıdan bayıldı. Bu sahneyi görünce gazilerin, engellilerin ne yaşadığını merak ettim. Bu sahne peşinde bir yıl boş ekranda bekledim. Sonra hayat yardım etti ve GAM romanı ortaya çıktı. Hiçbir romanı hesaplamadım. Kendi kendilerine ortaya çıktılar. Bu konuda yayınevinin de hakkını teslim etmek gerekiyor "Birader sen ne yapıyorsun?" diye hesap sormadılar.

Hakan Yel ile 9. romanı “Bir Daha” ve ilginç yaşamını konuştuk

- Şanslıydınız o zaman?

Kendi dönüşümümü, kozamdan çıkmaya çalışırken acı içinde kıvranmamı sessizce izlediler ve elimden tuttular. “Sen aşk klişesine girme sadece polisiye yaz, o satar” diyebilirlerdi; ama demediler. Hep bana inandılar ve kitaplarım kısıtlı bir okura ulaşsa da "Sen yazmana bak!" diyerek beni satış işine bulaştırmadılar. Bu bakımdan şanslıyım.

- Bu arada senaryo da yazıyorsunuz, değil mi?

Evet, o da Ezel Akay sayesinde oldu. Lokanta'yı okuyunca beni senaryo yazmam için teşvik etti, bana kitaplar tavsiye etti, dünyadan kaynaklar gösterdi. 2008’de "Kara Melek - Zoraki Damat" dizilerini de yapan bir film yapım şirketinde çalışma fırsatım oldu. Popüler dizi senaryosu ile ilgili kısıtlı deneyim kazandım. Bugünlerde ise Most Yapım sahibi Gül Oğuz'dan senaryo yazım tekniği geliştirme desteği alıyorum. Aklımda onlarca film var; ama önce sisteme giriş yapmam gerekiyor. Sinema ile ilgili hayalim çok net. Eninde sonunda, tabii fırsatını bulursam, o işi öğrenmek ve kendi yorumumla yapmak istiyorum. Bu da zararsız fantezilerimden biri...

FANTASTİK KONUDA GEÇEN 20 YILDAKİ GELİŞMEMİ HEP BERABER GÖRECEĞİZ

- Bir Daha, dokuzuncu romanınız. Ona neden bu adı verdiniz?

Kahramanım Ali Rıza'nın güçlü babalık duygusuna atfen bu isim beni tatmin etti. Baba olmayı çok seviyor. Bu şansı yeniden elde etmek için çocuğuna olan sevgisinden güç alarak kaderine isyan ediyor.  Diğer yandan bu macerayı iki kelime ile özetliyor. Açıkçası öyle uzun uzadıya düşünüp hesaplanmış bir iş değil. İlk taslakları yazarken "Martı Baba" falan gibi isimlerle yürüdüm; ama romanın konusunu tam gördüğümde asıl isim de kendi kendine aklıma düştü ve diğerlerini zayıf bırakıp sildirdi.

Kitaplarınızda fantastik ögeler ortak nokta sanki. Dünyanız da böyle fantastik mi?

Fantastik yanım beni Mardin kültürüyle büyüten anneannem Halime Mungan sayesinde gelişti. Malumunuz; Mardin, Anadolu’nun sırlar dünyasına açılan gizli kapısıdır. Bu yüzden orada 4 din yaşar, 4 dil konuşulur. Hatta bazıları “7 din yaşar, 7 dil konuşulur” der. Bu topraklarda yaşayan ve biraz yurdunun şuurunda olan ortalama her insan fantastik diye adlandırılan "Konuşamadığımız" dünyanın varlığından haberdardır. Bir şekilde hayatının bir evresine ya hikaye olarak sirayet etmiştir ya da açıklayamadığı bir olaya tanık olmuştur. Bu tanıklıklar, olaylar "Hadi şimdi olsun da görelim" dediğimizde olmadığı için "fantezi" diye adlandırırız.

- Ama sanırım siz böyle adlandırmıyorsunuz…

Benim tanıklıklarım yeterince insanı rahatsız edecek kadar çoktur. O bakımdan ben bunu "fantezi" diye adlandıramam. Adına ne dersek diyelim biz modern zaman insanını aşan bir başka boyut vardır. Herkese açık da değildir, herkes de anlamlandıramaz. 2020 yılı için hazırlamaya çalıştığım "RUH ÇAĞIRAN" ilk roman kahramanı Selim Tekin'in yeni macerası olacak. O zaman fantastik konusunda geçen yirmi yıldaki gelişmemi hep beraber göreceğiz.

Hakan Yel ile 9. romanı “Bir Daha” ve ilginç yaşamını konuştuk

BİR İNSANIN BİR DİĞER İNSANA BU DENLİ ÖFKESİ BENİ HEP ETKİLEMİŞTİR

- Bir Daha, şöyle başlıyor: “Bu dünyada inanılması güç hikayeler ya İstanbul’da başlar ya da İstanbul’da biter”. Böyle mi düşünüyorsunuz gerçekten?

Gerçekten böyle düşünüyorum. Bin yıl önce de böyleydi bugün de böyle. Dünyadaki bütün erklerin sahip olmak istediği uygarlıklar yaratmış bir konum bu topraklar. İstanbul da bu cazibeli kadının, Anadolu’nun aklının da bulunduğu nefesini de aldığı stratejik baş bölgesi. Tarih konusunda uzmanlığım yok; ama okuduklarımdan da bugünün siyasetinde gördüklerimden de bu sonuca ulaştım. Eminim ki bugün biz sıradan insanların duymadığı, bilmediği; ama gerçekte yaşanan olağanüstü olaylar öyle ya da böyle içinde İstanbul barındırıyor.

- Romanınızı yaşanmış bir hikaye üzerinden mi kurguladınız?

Anneannem Halime Mungan, adını soyadıyla söylemediğimde çok öfkelenirdi, dedem tarafından üç çocuğuyla bırakılıp genç yaşında terk edilmiş, varlıklı bir evden yokluğa düşürülmüş, çok çile çekmiş bir kadındı. Hayatı boyunca yaşadığı tüm kötülüklerin müsebbibi olarak da dedemi görür, her gün ve her fırsatta ona beddua ederdi. Hatta dedem rahmetli olduğunda bile öfkesi bitmemiş, beddualarına devam etmişti. Ben de o zamanlar onu kızdırmak için bir müftü üzerinden okuduğum haberi kullanır "Adam gitti senin bedduandan kurtulamadı, rahat bırak artık, zaten cennette karı, koca birlikte yaşayacakmış, eninde sonunda beraber kalacaksınız" diye genç kafamla kendimce onu kızdırır, şaka yapardım. Öyle zamanlarda oturuyorsa ayağa fırlar, gözleri öfkeden çakmak çakmak "Asla! Gerekirse cennete girmem, Araf'ta beklerim!" derdi. Bunu diyen beş vakit namazında niyazında, bütün gün ibadet eden hayatında sadece ibadet olan biri, düşünün.

- Ve siz de anneannenizin bu öfkesinden mi yola çıktınız?

Bir insanın bir diğer insana bu denli öfkesi beni hep etkilemiştir. Diğer yandan ben babamı anaokulundan sonra yılda üç ay görmeye başladım. Anaokulu sonrası ömrümüz boyunca on iki ay bir arada olamadık, göremedim. Onlar Almanya'daydı, biz İstanbul'da. Hep sakat, eksik yanım oldu bu. Bu yüzden de çocukluğumdan beri etrafımdaki baba çocuk ilişkilerine farklı bir gözle baktım. İyi insanların iyi yetişmesinde babalarının izini aradım. Kötü insanların da kötülüklerinde babalık payını hep sorguladım. İşte ikisi birleşince, sevgiyi anlatan bu macera ortaya çıktı.

Hakan Yel ile 9. romanı

SEVGİDEN NASIL VAZGEBİLİRSİN BİR ANDA?

- Romanın kahramanı Ali Rıza Türksen, Araf’ta kalıyor. Anneannenizden etkilendiğinizi söylediniz. Bunu yazmaya nasıl ya da neden karar verdiniz peki?

Ölümden itibaren tüm duyguları dünyada, arkada bırakma fikri bana çok ama çok acımasız geliyor. Kalanlar giden için duygularını en güçlü haliyle yaşarken gidenin bu kadar rahat olmasını aklım almıyor. “Sevgiden nasıl vazgeçebilirsin bir anda?” diye hep kendime soruyorum. Aklım almıyor haliyle. Zaten anneannemden Araf’ta kalmak meselesi kafamda yer etmiş. Ben bu duyguyu anlatmaya gayret ettim. Ya gerçekten böyle bir lütufta bulunulur da bilincimiz kapanmaz ve insan aklımızla bu yükselişi, geçişi yaşarsak? İnsan haddini bilmez nasılsa ve elindekiyle yetinmez diye düşündüm. Oradan oraya iki koca yıl sürüklendim, bir türlü oturtamadım. Fakat sonunda anlatabildim.

- Peki araştırma süreciniz nasıl geçti? Eminim bu konuda güzel anılar biriktirmişsinizdir. Birini paylaşır mısınız bizimle?

Kahramanım Martı olacak, diye uçmuşsunuz zaten. İnsan bir araştırma yapar önce değil mi? Yok, maalesef ben kendimi hemen fikre bağlıyorum ve o fikri gerçeğe çok yakın yürütmek istiyorum. Fikir çok ilginç geldi. Birkaç dostuma fikrimi anlattım, çok heyecanlandılar. Onlar heyecanlandıkça ben coştum. Ortada fikir var; ama eylem, hesap, kitap sıfır. Tam Türk işi! Neyse, başladım araştırmaya. Bana bir martının şehirdeki 7 gün ve 24 saatini anlatacak bir kaynak arıyorum. Yok. İhtiyacım olan hiçbir şeyi bulamadım. Türkiye'de bunu kimse araştırmamış, araştırdıysa da kitaplaştırıp halka açmamış. Yok! Ne yapsam diye düşünürken yurtdışında bununla ilgili yaklaşık on tane kitap buldum. Onları inceleyerek alıyorum; ama elektronik kitap olduklarından tamamına ulaşamıyorum. Mecburen alınca bakıyorum ve tamamen boy, ağırlık, kanat açıklığı, tüy rengi falan gibi katalog bilgiler olduğu ortaya çıkıyor. Diğer yandan işin zor tarafı neredeyse her kıtada ve denizde başka martı cinsi var. E hiç biri de İstanbul'u tutmuyor.

- E peki ne yaptınız?

Neticede iş başa düştü, şehirde kafam yukarıda gezmeye başladım. Nerede martı görsem durup seyretmeye fotoğraf çekmeye başladım. Hakikaten akıllı işi değil yani. Bir kere çukura düştüm, bir kere de kaza yapıyordum. O süreçte hem insan olarak günümü yaşıyorum hem de martı olsam şurada ne yaparım, burada nereye konarım, ne yerim, ne içerim, kimle dalaşır, kimle takılırım diye düşünüyorum.

- Kulağa çok eğlenceli geliyor…

Anlatması eğlenceli de yaşaması çok zor.

Hakan Yel ile 9. romanı “Bir Daha” ve ilginç yaşamını konuştuk

“SANA BİR KİTAP YAZDIM” DİYEBİLDİM. BAK, MUTLULUK BUDUR!

51 yaşındasınız değil mi? Bu kitap daha çok sizin duygularınız sanki…

Elbette. Alp 5 yaşında ve aramızda 45 sene gibi bir ömür var. Doğduğundan beri onunla nasıl iletişim kuracağımı, hayata dair görüşlerimi ona nasıl aktaracağımı düşünüyordum. Malum; gençler yaşlıları dinlemeyi sevmez. Öğüt almak kolay iş değildir. Genç birinin gözünde sıkıcı olmayı da ben istemem doğrusu. Ona sevgimi paramla gösteremezdim çünkü param yok. Ona şirket, araba, ev bırakamayacağım. Kaldı ki bunları bırakmak yerine bir tek kelime bırakmayı tercih ederim. Çünkü bazen öyle bir kavşağa gelirsiniz ki sizi sadece bir kelimenin gücü uçuruma gitmekten kurtarır. Diğer yandan ömür ne yazılmış onu da bilmiyorum, belki yarın belki yarından da yakın. Şartlar böyle olunca ona ortaokuldan itibaren okuyabileceği, sıkılmadan anlamaya çalışacağı bir macera romanı yazmak farz oldu.

- Yani aslında bu kitap Alp için…

Söylemek istediklerimi cümlelerin arasına koyacak ve onun düşünmesini sağlayacaktım. Nihayet bunu dünya gözüyle gördüm, kitabı ona gösterebildim ve sesim titreyerek "Sana bir kitap yazdım" diyebildim. Bak, mutluluk budur...

Hakan Yel ile 9. romanı

HER RUH, KENDİ YOLUNU YAŞAYIP GÖRECEK


- Yaşamla ölüm arasında nasıl bir özel bağ var sizce? Biz kendimizi bu iki olgu arasında buluyor mu, yoksa yitiriyor muyuz?

Bu devran nasıl dönüyor, bunun düzeni nereye bağlıysa muhakkak ki bir matematiği olmalı. Her şeyi bilimle açıklayabileceğimize inanmam zor. Hayat, tatlarıyla duygularıyla insanı cezbederken ölüm bilinmez olduğundan çok korkutuyor. Ben ölümün korkunç olduğu fikrinde değilim. Bence çok zevkli, tatmin edici bir ruh mertebesi olduğu için insan aklıyla sadece bir kez bunu tatma şansımız var. Hakikaten ölümü hayat kadar normal karşılamaya çalışıyorum. Tarihte merak ettiğim tüm şahsiyetlerin gittikleri bir yolculuktan neden korkayım? Aksine onları görebilme ihtimalinin olması beni heyecanlandırıyor. Elbette ki sonunda bizim kontrol edemediğimiz bir döngü var. O yüzden günlerce, yıllarca da kafa patlatsak bir yere varamayız. Her ruh, kendi yolunu yaşayıp görecek.

- Peki dediğiniz gibi, insanın muazzam yolculuğu son nefesi ile mi başlıyor?

Ben kendi dünyamda buna inanıyorum. Düşünceye ket vurabilir misiniz? Yok. Bu dünyada yaptığımız tüm kötülüklerin yanımıza kar kalmayacağını ve tüm iyiliklerin de dönüşü olacağına inanmak beni sakinleştiriyor. İstisnasız zeka seviyesi ne olursa olsun dünyadaki her insanın yaşamak için nefes almak, beslenmek, dışkılamak ve uyumak zorunda olması bence haddini bilmesi için önemli bir işaret. Bu mecburiyetleri koyan güç eninde sonunda size insanlara, hayvanlara ve doğaya yaptığınız haksızlıkların, kötülüklerin hesabını soracak.  Hiçbir şartta kaçış olmadığına inanıyorum.

Hakan Yel ile 9. romanı “Bir Daha” ve ilginç yaşamını konuştuk

ÖMÜR BİTER, BİZİM İNSANIN HİKAYESİ BİTMEZ

- Romanda ruh ikizi olgusundan bahsediyorsunuz. İnsanlar gerçekten ruh ikizini mi arıyor hep?

İnsan yalnız, bir başına "sağlıklı" yaşayabilen bir varlık mı? Bence hayır. Erkek, kadın ya da çift cinsiyetli olmasının mutlaka bir gerekçesi vardır. Doğaya baktığım zaman hemen her şeyin hayranlık yaratacak kadar ince bir sanat zevkiyle birbirine hassasiyetle bağlandığını görüyorum. Bütün bunların bir anlamı olmaması ve rastgele dengelenmiş olmasını düşünmek en başta bilime aykırı gelmez mi? Böyle düşününce tamam olmak için bir diğer ruha, cinsiyet önemsiz, ihtiyaç olduğu bence çok net. Sadece fiziksel enerji üretmiyoruz aynı zamanda ruhumuz da kendi enerjisini üretiyor. Bu enerjiyi ikiz ruha aktardığımız zaman daha mutlu, aktaramadığımız zaman akıl hastası oluyorsak daha iyi bir işaret beklemeye gerek var mı?

- Çokça karşılaşılan soyadı vakası da var romanda. Bu konuda yaşanmış hikayeleriniz var mı?

Evet, bir ara dünyanın en saçma soyadlarına takılmıştım. Bu tip isimleri deftere yazan insanların nasıl bir ruh hali içinde olduğunu merak edip duruyordum. Şimdi düşünün siz bir memursunuz ve biri gelip size diyor ki benim soyadım "Odun" olsun. En insani duyguyla siz dönüp "Arkadaş sebep?" diye sormaz mısınız? Bu soyadını almak isteyen adamın kızgın, öfkeli ya da dünyadan bihaber olduğunu anlamak için kahin mi olmanız lazım? Öyle soyadları gördüm ki bir insanın bir insana yaptığı şaka olarak değerlendirilir. Çoklukla da  "Neden?" diye sorduğumda o zamanın köye kasabaya gelen nüfus memuru işaret edilir, böyle yazmış diye. Bir memur yaptıysa bunu neden hangi tahrikle böyle bir hamlede bulunur. İşte kafam bunlara takılır, düşünür dururum.  Ömür biter, bizim insanın hikayesi bitmez.

Hakan Yel ile 9. romanı “Bir Daha” ve ilginç yaşamını konuştuk

YAZARIN, KİTABI BASILDIKTAN SONRA KİTABIYLA İLİŞKİSİNİ ÖNEMSEMEM

- Tanıtım yazısında şöyle bir cümle var: “Bir Daha, yaşam, ölüm, araf, kader ve yeni bir hayat üzerine büyülü gerçekliğin şiirsel dünyasında yolculuk ediyor”. Peki buradaki sözcükler sizin için ne ifade ediyor?

Çok güzel bir cümle değil mi? Ben yazmadım. Editörüm Hülya Şat yazdı. Romanın tamamını bir cümleye sığdırmayı başardı. Bu sözcükler hayatı işaret ediyor. Aslında benim için ifadesinden çok okur için ifadesini anlamak lazım. Ben yazarın, kitabı basıldıktan sonra kitabıyla ilişkisini önemsemem. Kitap artık ayrı bir olgu olmuş, bağımsızlığını kazanmıştır. İyiye mi gider kötüye mi, onu da zaman gösterecektir.

- Yine size yönelik bir soru sormak istiyorum. Yazma alışkanlıklarınızdan bahsedebilir miyiz? Yazarken çalışma ortamınız nasıl olmalı?

Genelde kalabalık içinde yazmayı tercih ediyorum. Etrafla ilgilenmeyi sevmediğim için savunma amaçlı kabuğuma çekilmek dolayısıyla odaklanmak daha kolay oluyor. Bazen metin bir yerde sıkışıyor ve bir türlü bir kelime ilerlemiyor. O zamanlarda kahvecilerde oturup çalışmak iyi geliyor. Kimi zaman da dışarıda alelacele başlıklar yazıp evde altını dolduruyorum. Yalnız yazacaksam da sabaha karşı 03.00 - 04.00 gibi uyanıp çalışmak daha verimli oluyor. Bazen sessizliği verimli buluyorum bazen de müzik dinlemek iyi geliyor. Kimi zaman gürültü, uğultu çok destekleyici bir etken oluyor. Toparlamak gerekirse zota zot bir modelim yok, fikir geldiğinde her yerde her zaman aralığında çalışabileceğimi düşünüyorum.

: Teşekkür ederim.

Hakan Yel: Teşekkür ederim.

*

Instagram: biyografivekitap