Amerika'nın cazla imaj düzeltme çabası
ensonhaber.com

Vakanüvis

Batı kökenli müziğin ülkemize gelmesinin ilk işaretleri, önceki yüzyılın sonlarında görülmüştü. Osmanlı tebasından bazı Ermeni ve Yahudiler, Amerika ve Avrupa’dan öğrendikleri müzik türlerini İstanbul’a taşımışlardı. 19'uncu yüzyılın sonları ve 20’nci yüzyılın başlarında, tek tük caz denemeleri yapan bazı Osmanlı vatandaşları da vardı. Paris’e gidip müzik öğrenen Levon Avidgor, yurda döndüğünde alto saksafon çalmaya başlamış, Pera’daki bazı kulüplerde müziğini icra etmişti. Gido Kronfilt isimli Yahudi de Avrupa’da, orkestra şefliği üzerine eğitim aldıktan sonra İstanbul’da dersler vermeye başlamıştı. Ancak caz, hiçbir zaman geniş kitlelerin ilgisini çekmemişti.

Osmanlı yıkılır, Cumhuriyet kurulurken Avidgo ve Kronfilt’in ve daha başka isimlerin Batı müziği kökenli müzik dalında attıkları temeller, yeni yönetimin bu müziğe sıcak bakmasıyla epeyce ilerleme kaydetmişti. Erken Cumhuriyet dönemindeki neredeyse tamamı başarısız opera ve bale denemeleri, radyolardan geleneksel Türk müziğinin yasaklanması, Batı tarzı müziğe verilen abartılı destek vb. uygulamalarla 1930 ve 40’larda yeni müzik türü için her şey yolundaydı.

TÜRKİYE’NİN CAZLA İMTİHANI

Bu süreçte, cazla ilgili kıpırtılar da başlayacaktı. Kadıköy Halkevi’nde “Caz Resmi Geçidi” programları düzenleniyor,  Robert Kolej mezunu Cüneyt Sermet isimli bir kontrbasçı, ülkenin ilk “caz triosu”nu kuruyordu. Sermet’in ekibinde, Turhan Taner ve İlham Gencer yer almıştı.  Müzik grubu, “King Cole’vari” diye anılıyordu. Gruba daha sonra Müfit Kiper, İsmet Sıral, Arto Haçaduryan ve Arif Mardin de katılmıştı. Dönemde görüş ayrılıkları da ortaya çıkmıştı. Bazı gruplar kendilerini “modern cazcı” olarak tanımlıyor, bu akıma uymayanları, “1920’lerin cazına takılıp kalmakla” suçluyorlardı. Diğerleri de modern tarzı, züppelerin icra ettiğini savunuyorlardı.

Amerika'nın cazla imaj düzeltme çabası

Demokrat Parti, muhafazakâr kesime yaslanarak iktidara gelmiş olsa da kültürelortamda, bu kesimin istekleri hemen hiç karşılık bulamamıştı. ABD ile artan yakınlaşma ise kültürel temasların yoğunlaşmasını sağlıyordu.  1951 yılında “Türk–Amerikan Derneği” kurulmuş, bu dernek İngilizce öğretmenin yanı sıra kültürel faaliyetler içine girmiş, bu çerçevede müzik organizasyonları da düzenlemeye başlamıştı.

ABD IRKÇILIĞINI CAZLA KAPATMAYA ÇALIŞTI

Bu arada, ABD’de ırkçılık tavan yapmıştı. Siyahi Amerikalılar pek çok ayrımcılığa maruz kalıyor, peşpeşe ırkçılık kökenli saldırılar görülüyor, cinayetler işleniyordu. Bu noktada “Derin Amerikan Aklı” devreye girecek ve dünyaya, “ABD’de ırkçılık sorunu yok” imajı vermek için bir formül bulunacaktı.

Cazla ağırlıklı olarak Afroamerikan vatandaşların ilgilenmesini dikkate alan ABD yönetimi, Birleşik Devletler Enformasyon Dairesi üzerinden caz sanatçılarını değişik ülkelere gönderip, “Bakın siyahi sanatçılara böyle imkânlar tanıyoruz.” propagandasına başlamışlardı.

Amerika'nın cazla imaj düzeltme çabası

Bu furyada, ABD’nin yeni müttefiki Türkiye de programa alınmış, dönemin dünyaca ünlü caz sanatçıları ülkemize gelmeye başlamıştı. Dizzy Gillespie ve Quincy Jones, Türkiye’ye gelen ilk isimlerdendi. Süheyl Denizci ve Muvaffak Falay gibi Türk müzisyenler ise bu ünlülere sahnede eşlik etmişti.

Dönemde yaşanan 6-7 Eylül olayları ise Beyoğlu’ndaki çoğu azınlıklara ait eğlence yerlerinin kapanmasına, sahiplerinin yurt dışına çıkmasına yol açmış, caz müziği de aynı yıl (1955) açılan Hilton Otel’de icra edilmeye başlanmıştı. Böylece, ABD’de aslında alt kültürün müziği olan caz, Türkiye’de icra edildiği mekânların etkisiyle “sınıf atlamıştı.”

TÜRK SEYİRCİLER LOUİS ARMSTRONG’U ÇILDIRTMIŞTI

1959 yılında ise bir başka ünlü isim, “Altın Trompetli” Louis Armstrong Türkiye’ye gelmiş, o da Hilton Otel’de konser vermişti.  Ancak organizasyon bozuklukları gece boyu devam etmiş, dinleyicilerin ham hışır hallerinin etkisiyle Armstrong, çatal kaşık seslerinden rahatsız olunca sahneyi terk etmiş, otel yönetimi sahneye çıkmazsa 1 milyon dolar ödemesi gerektiğini söyleyince de hemen 1 milyon dolarlık bir çek imzalamıştı. Louis Armstrong ancak, davetliler arasında bulunan ABD Büyükelçisi'nin devreye girmesiyle tekrar sahneye dönmüştü.

Amerika'nın cazla imaj düzeltme çabası

Türkiye’deki “caz etkisi” Yeşilçam’da görülecek ve çoğu Hollywood romantik komedileri ya da dramlarından uyarlama olan filmlerde caz müzikleri kullanılacaktı. Tıpkı, 70’li, 80’li yıllarda arabeskte ünlenmiş isimlerin film çevirmesi gibi, 1950’lerde de caz şarkıcıları filmlerde rol almaya başlamıştı. Ayten Alpman, Hulki Saner bu isimlerden bazılarıydı. Ayrıca tango da bu yapımlarda kendisine yer bulmaya başlayacaktı.

Devlet elindeki radyo kanalıyla da cazın Türkiye’de sevdirilmesi için yoğun çaba sarfedilmişti. İstanbul ve Ankara radyolarında çok sayıda caz programı düzenlenmiş, dönemin ünlü caz şarkıcıları için özel yayınlara dahi yer verilmişti. Deniz Kuvvetleri bünyesinde de caza merak duyan gençler ortaya çıkmış, bunlardan Durul Gence bir grup kurmuş ancak askeri kimliğini saklamak için grubuna, “Somer Soyata ve Arkadaşları” adını vermişti.

Ne var ki; bütün bu çabalar sonuçsuz kalacak, caz müziği Türkiye’de bir avuç, kendisine “elit” diyen kesim arasında sıkışıp kalacak, hiçbir zaman geniş kitlelerin müziği olamayacaktı.